Küçük bir ilçede bir nüfus müdürü görev yaparmış. Adam kendini görevi ile o kadar özdeşleştirmiş ki ne izin kullanır ne de rapor alırmış. Hastalansa bile hasta haliyle görev yerine gider çalışırmış. Varsa yoksa göreviymiş tüm dünyası. Zavallı eşi ve çocukları da bu yüzden ne tatil yaparlarmış ne bir akraba ziyareti. Ne zaman ki birlikte bir yerlere gitmeyi gündeme getirseler bizim müdür ‘Ya dairenin işleri ne olacak?’ dermiş. Sonunda eşi bir gün dayanamamış ve demiş ki:

“Yahu bey, hele birkaç günlük izin al da bir deneyelim bakalım. Bakalım senin dairenin işleri nasıl olur?”

Bunun üzerine bizim nüfus müdürü birkaç günlük izin almış. Eeh bizim nüfus müdürünün içi rahat eder mi, izninin ilk gününde de gidip nüfus dairesinin karşısında yer alan parkta bir bankta oturup daireye girip çıkanları izlemeye başlamış. Dairenin işlerinde aksayan hiçbir şey görünmüyor, nüfus dairesindeki rutin işler her zamanki akışında sürüp gidiyormuş. Yani müdürün kaygılanacağı bir durum görünmüyormuş. Vatandaşlar, her zamanki halleriyle daireye giriyor, ellerindeki nüfus cüzdanları, evlilik cüzdanları ile geri çıkıyorlarmış. Bunun üzerine bizim müdür kendi kendine demiş ki:

“Demek ki bensiz de bu işler yürüyormuş. O halde benim de emekli olma zamanım gelmiş.”

Çevremizde de bizim nüfus müdürü gibi düşünenleri çok sık görüyoruz. ‘Ben olmasam bu evin hali ne olacak?’ diyen ebeveynleri de görürüz, ‘Biz olmasak bu ülkenin hali nasıl olur?’ diyen muktedirleri de. Hatta bazen bu ‘ben olmasam, biz olmasak’ diye başlayan cümleler felaket sonlarla biten senaryolara dönüştürülür. Üçüncü Cumhurbaşkanı Bayar’ın ‘Bu kış Türkiye’ye komünizm gelecek.’ tehdidi form değiştirerek şimdi de zat-ı alileri olmaz ise ülke batar, bölünür, yok olurmuş. Bu ruh hali gölgesini kaybetmeye başlamanın bir ifadesidir. Bir organizasyonun, kurumun, hatta ülkenin kaderini kendi varlığı ile özdeşleştirmek tedavi edilmesi gereken çok tehlikeli bir ruh halidir.

Unutmamak gerekir ki; bu dünya birileriyle var olmadı, onlarsız da yok olmayacak. Nice şahlar, sultanlar geldi geçti bu yeryüzünden de hiç birinin yokluğuyla dünyanın sonu gelmedi. Sonu gelse gelse tilki ile kuşun bilinen hikayesindeki kuş misali kendi kıyametleri gelir birilerinin.

 Günün birinde kurnazlığıyla namlı tilki gidip bir kuş yakalamış. Tam kuşu yiyecekken kuş tilkiye demiş ki:

“Tilki kardeş, beni yeme. Eğer beni yersen hemen kıyamet kopar.”

Tilkinin konuşmak için ağzını açmasıyla kuşun uçarak tilkinin erişemeyeceği yüksek bir dala konması bir olur. Kendisini kurnaz sanan tilki başına neyin geldiğini anlamış. Anlamış anlamasına ama yine de yarım kalan sorusunu sorar:

 ‘Söyler misin bana nasıl kıyamet kopacakmış?’ diye. Kuş da ona der ki:

“Şayet beni yeseydin o anda benim için kıyamet kopardı.”

 Eh doğrusu kopacağını söyledikleri kıyamet, birilerinin gördükleri kendi sonlarından başka bir şey değildir. Binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca olduğu gibi birileri olmadan kervan da yürür, kıyamet de kopmaz. Kopsa kopsa birilerinin kıyameti koparmış.