Ülkenin kalkınmasını sağlayacak en temel faktör nedir diye soracak olursak hemen hemen herkes önce eğitim der. Bir çocuğun geleceği için yapılacak en önemli yatırım nedir diye soracak olursak cevap yine eğitim olur. Çocuklarımızla ilgili başlıca şikâyet konumuz ise yine eğitim; yeterince ders çalışmıyor. Günümüzde ilgili anne baba olmanın ön koşulu çocuğun eğitimiyle yakından ilgilenmek, tüm şartları zorlayarak onu özel okula göndermek, özel dersler aldırmak, deneme sınavlarını takip etmek. Yani görünürde çocuğumuzun eğitimini çok önemsiyoruz. Tüm bunlara rağmen ülke genelinde yapılan sınavlar analiz edildiğinde çocuklarımızın akademik başarısının hiç de iyi olmadığını görüyoruz.
Sizce sorun nerde? Çocuklar mı anlamıyor, öğretmenler mi anlatamıyor ya da sorun aileler de mi?
Ben yine bir “anarşiklik” yapayım; temel sorun sistemde ya da bir sistemi olmayan son yirmi yılda müfredatta en az yirmi kere değişiklik yapan, öğrenme koşullarını ve öğretmenlerin çalışma şartlarını iyileştiremeyenlerde.
Son günlerde tartışılan önemli konulardan biri de Milli Eğitim Bakanlığının bir hafta gibi kısa bir süre verdiği için göstermelik olarak kamunun değerlendirmesine sunulan yeni eğitim müfredatı taslağı. Gerçi siz bakmayın benim tartışılan önemli konulardan biri dememe. Maalesef bu önemli konuyu tartışanlar küçük bir azınlık. Çocuklarının eğitimini çok önemseyenlerin çoğu bırakın bu yetersiz ve art niyetli müfredat taslağına tepki göstermeyi, yeni taslaktan haberdar bile değiller. Buna karşın toplumun önemli bir çoğunluğu “Kızıl Goncalar”, “Bahar” ya da popüler olan başka bir dizide en son hafta neler olduğunu bilirler.
Bu kadar kızıyorsan sen söyle neymiş bu taslak diyebilirsiniz. Size kısaca bu taslağın çocuklarımızı dönüştürmek istediği profili özetleyeyim: yerli ve milli değerlere sahip çıkan farklı düşünceleri ve kimlikleri yok sayan akademik becerileri “seyreltilmiş”, “iyi ve erdemli” insan yetiştirmeyi hedefliyor! İyi ve erdemli sıfatlarının neye ve kime göre olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
İçinde bulunduğumuz ekonomik, sosyal ve kültürel krizlerden çıkabilmenin en etkili ortak çözümü demokrasiyi geliştirmek iken demokrasi kültürünü çocuklarımızın içselleştirmesi bir yana dursun farklı kimliklere ve kültürlere öcü gibi bakacak bir nesil yetiştirme hedefinde olan bir müfredat ile karşı karşıyayız. Umarım bu müfredat taslağının mimarları sadece işinin ehli olmayan bürokratlardır. Neden mi? Çünkü o zaman bu yanlıştan dönmek daha kolay olur da ondan.
Ulusal basında müfredat taslağına ilişkin çok kapsamlı ve aydınlatıcı haberler yapıldı yazılar yazıldı. Bunların içinden özellikle Gazete Oksijende yayınlanan Selçuk Şirin ve Özge Öner’in yazılarını okumanızı özellikle tavsiye ederim.
Ancak farkına varılması ve tepki gösterilmesi gereken önemli konulardan biri de bu taslakta Türkiye’de ana dili Türkçe olmayan çocuklara yönelik herhangi bir düzenleme olmaması bir yana taslağın genel dilin militarist ve tekçi zihniyete sahip olması. Bunun doğal sonucu ise çocuklarımızın ana dillerine yabancılaştırılması. Ve tabii ki ana dilde eğitim hakkının görmezden gelinmeye devam edilmesi. Eğitim sorunlarının genel olarak tartışıldığı şu günler ana dile ilişkin taleplerin ve meşru hakların daha fazla dillendirilmesinin tam da zamanı aslında.
Diyarbakır’da faaliyet yürüten STK’lar ana dile ilişkin hakların aranması hususunda çoğunlukla üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Yiğitlerin hakkını yiğitlere teslim etmek gerekir. Fakat MEB’in yayınladığı yeni müfredat taslağına yönelik henüz belirgin bir tepki geliştirilemedi maalesef. Halbuki çocuklarımızı yeterli ve demokratik bir eğitim sistemine emanet edebilmek sadece bir hak değil toplumumuzun geleceği açısından da kritik bir öneme sahiptir.
Demokrasi talebi olan kişi ve STK’lara düşen bu müfredata hayır demek, zaten son derece kötü olan eğitim politikasını daha da kötüleştirilmesine karşı durmak ve ana dilde eğitim hakkını sonuna kadar savunmaktır. Söz konusu olan çocuklarımız ve geleceğimizdir.