650 bin kişinin gözaltına alındığı, 230 bin kişinin yargılandığı 517 kişiye idam cezasının verildiği 12 Eylül Askeri Darbesi’nin üzerinden 44 yıl geçti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in başını çektiği darbeyle birlikte sıkıyönetim ilan edildi. Başta siyasi parti ve sendikalar olmak üzere binlerce sivil toplum örgütü kapatıldı. Bu süreçte 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinde (DGM) 210 bin dava açıldı. Bu davalarda 7 bin kişi idamla yargılandı, 517 kişiye idam cezası verildi ve bunlardan 50’si idam edildi.

O dönemde cezaevleri ve gözaltı merkezlerinde yapılan işkencelerde 300 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi ve 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Yapılan işkencelerle adı duyulan ve The Times gazetesinin “dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi'' listesine giren Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar bu dönemde meydana geldi.

Dönemin tanıklarından Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) İstanbul Bölge Temsilcisi Asalettin Arslanoğlu ile Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği’nin (ADAM-DER) Kurucu Başkanı emekli subay Rahmi Yıldırım, döneme dair değerlendirmelerde bulundu.

Cezaevini anlattı

O yıllarda Türkiye Devrimci Komünist Partisi’nde (TDKP) yer alan Arslanoğlu, darbe sürecinde İstanbul Yapı Meslek Lisesi’nde öğrenci olduğunu belirtti. Sıkıyönetim süreci ve 12 Eylül sonrası yaklaşık bir buçuk yıl cezaevinde tutulduğunu söyleyen Arslanoğlu, cezaevi sürecini şöyle anlattı: “Gazeteyi paramparça edip veriyorlardı. Çünkü haberleri kesiyorlardı. Bu nedenle Amed, Mamak’ta neler olduğunu bilmiyorduk. Ancak maruz kaldığımız muameleden aşağı yukarı neler yaşandığını tahmin edebiliyorduk. Davutpaşa’da bütün koğuşlar hücre sistemine dönüştürülmüştü. Yemek kapının alt mazgalından yani bir kediye mama verir gibi verilirdi. Böylece insanlık onurumuzun kırılacağı düşünülmüştü. Muazzam bir işkence vardı. İşkenceciler insan değildi.”

'İşçi sınıfına karşı yapıldı'

Neoliberal iktisat politikalarının Türkiye’de hakim kılınması amacıyla darbe yapıldığını söyleyen Arslanoğlu, "12 Eylül askeri cuntasının bir numaralı bildirisi ‘asker ordu yönetime el koydu’, iki numaralı bildirisi ‘DİSK’in grevleri yasaklanmıştır’ bildirisidir. O nedenle 12 Eylül, işçi sınıfının örgütlü mücadelesine karşı yapılmış olup, neoliberalizmin Türkiye’de hakim kılınması için yapılmış bir cunta harekatıdır. Peki başarılı olundun mu? Bana kalırsa başarılı olmuştur. Bu gün emekli işçi sınıfı ‘hiçbir şey alamıyorum’ diyorsa bunun sebebi 12 Eylül’de aranmalıdır. 24 Ocak kararlarıyla başaramadılar çünkü o dönemdeki örgütlülük buna engeldi. Bunu yapmadıklarını görünce devlet eliyle palazlandırılmış kontrgerilla eliyle politik cinayetler gerçekleştirildi. 12 Eylül darbesi ile grev yasası, sendika yasası, toplu sözleşme yasası hayata geçirilebilmiştir” ifadelerini kullandı.

'44 yılda kanunsuzluklar arttı'

Aradan geçen 44 yılda ise ülkede kanunsuzlukların arttığına dikkati çeken Arslanoğlu, “O günü de yaşamış bugünü de yaşamış biri olarak bugün çok daha net bir kuralsızlık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü o zaman kanunlara, yönetmeliklere uyma ve uydurma çabası vardı. Bugün ise öyle bir şey yok. O zaman örneğin bir general, cuntanın başındaki adam belli insanları seçip mahkemelerde ceza uydurarak, usullerini arayarak ceza verirken bugün tamamen kuralsız, tek kişi emrettiği anda her şeyin değiştiği ve değiştirildiği,  tutuklamaların, işkencelerin devam ettiği yeni ve kuralsız bir cunta süreci yaşadığımızı net olarak söyleyebilirim” diye belirtti.

'Bugünün düzeni 12 Eylül’ün gerisinde'

Darbe döneminde Ankara, İstanbul ve Bursa olmak üzere 5 ayrı yerde sorguya alınan, fiziki işkenceye maruz kalan ve 3 yıl Metris Cezaevi’nde tutulan ADAM-DER kurucu Başkanı Rahmi Yıldırım, “17 Aralık 1984 yılında askerler olarak yargılandığımız Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) 3’üncü Yol Davası’nın ilk duruşması vardı. Zorla tek tip cezaevi elbisesi giydirildi. Mahkeme salonunda o elbiseleri yırtıp attık” dedi. 12 Eylül denilince akla ilk gelenin “Diyarbakır Cezaevi" olduğunu dile getiren Yıldırım, Esat Oktay Yıldıran’ı Askeri Lise’den tanıdığını söyledi. Bugünün Türkiye’si ile 12 Eylül Türkiye’sini karşılaştıran Yıldırım, ülkenin 12 Eylül uygulamalarının daha da gerisine gittiğine dikkati çekti.

'Cezaevlerinde tecrit yoktu'

12 Eylül dönemindeki cezaevlerinde tecrit olmadığını belirten Yıldırım, “20 kişilik koğuşta kalmıştım. Mamak’ta 50 kişilik koğuşlar vardı. Diyarbakır’da aynı şekilde koğuşlar vardı. Tutsaklar birbirinden güç alarak direnebiliyorlardı. Ama bugün yüksek güvenlikli denilen cezaevlerinde koğuşlar tek kişiye kadar indirilmiş. Bu sosyal tecrit demektir. Sosyal tecrit insanı hayattan koparmak demektir. O zaman her şeye rağmen asgari de olsa hukuk kurallarına göre yargılanıyorduk. Yani dosyadaki delil durumuna göre kim ne kadar tutuklu kalır? Hangi celsede tahliye olur? Kim ne kadar cezaya çarpıtılır? Yüzde yüz isabetle öngörebiliyorduk. Bugün öyle bir durum yok. Yani bugünkü yargı düzeninin muhakeme, usul ve hukuku 12 Eylül faşizminin bile gerisindedir” ifadelerini kullandı.

Çocuğa tecavüz soruşturmasına gizlilik ve yayın yasağı Çocuğa tecavüz soruşturmasına gizlilik ve yayın yasağı

12 Eylül ve sonrası gelir dağılımı

Darbeden önce gelir dağılımının daha adaletli olduğunu ancak darbe sonrası süreçte giderek adaletsizleştiğini belirten Yıldırım, “Ahmet Akif Mücek’in 12 Eylül’ün Ekonomi Politiği konulu araştırmasına göre o tarihte kar-faiz-rant sermaye gelirleri, milli gelirin yüzde 36’sıdır. Emekçi sınıfların geliri yüzde 33. Tarımsal gelir de yüzde 31 olarak karşımıza çıkıyor. Tarımsal gelir de toprak ağalarının geliri de vardır. Kenan Evren 1989 yılında iktidarı devrederken bu tablo kar-faiz-rant yüzde 71, ücret-maaşlar yüzde 16, tarımsal gelir ise 14 olarak değişti.  12 Eylülün açtığı tablo daha da katmerlenerek devam ediyor. Zaten Erdoğan’da, yabancı yatırımcılarla yaptığı toplantılarda yabancı sermayenin gelmesi için ‘grev yapılan yerlerde yetkimizi kullanarak anında müdahale ediyoruz’ diyor” diye belirtti.

Evren’in yanıtsız bıraktığı sorular

12 Eylül 2010 tarihindeki Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan sonra açılan 12 Eylül Davası’na katıldığını belirten Yıldırım, davaya müdahil olduğunu ve yüzleştiği Kenan Evren’e 13 soru sorduğunu ancak yanıt alamadığını dile getirdi. Yıldırım, Evren’e şu sorularını yönelttiğini aktardı: “Darbeden sonra oluşturduğunuz ve başkanlığını üstlendiğiniz Milli Güvenlik Konseyi eliyle 2932 sayılı bir yasa çıkarttınız. Türkiye’de Türkçe bilmeyen milyonlarca insanın anadillerini yasakladınız. Kürtçe başta olmak üzere yurttaşların kendi anadillerinde eğitim görmelerini basın yayın kanallarından yararlanmalarını engellediniz. Böyle bir kanun çıkarmayı kendiniz mi akıl ettiniz? Kendiniz akıl etmediyseniz bu fikri size kim verdi? Bir Kürt general sizden önce davranıp darbe yapsaydı ve Türkçeyi yasaklasaydı bir Türk olarak dağa çıkmayı düşünür müydünüz? Darbeden sonra kurmay subaylar Tamer Kumkale, Oğuz Kalelioğlu’nu kışlalarda konferanslar vermekle görevlendirdiniz. Bu subaylar Kürtlerin aslında Türk olduğunu dağda yürürken ayaklarından çıkan kart kurt seslerinden dolayı bunlar Kürt denildiğini anlatıyorlardı. Sizde mi öyle düşünüyorsunuz? Öyle düşünüyorsanız Himalaya dağlarında yürürken kart kurt diye ses çıkaranlar neden Kürt değil?  Olmazdı ya bir Alevi general darbe yapsaydı Sünni köylerine cemevi yapsaydı ve sadece Alevi din derslerini okutsaydı ne hissederdiniz? Bir garsonun Genelkurmay Başkanı’ndan daha fazla maaş almasından niçin rahatsız oldunuz? Sendikaları, işçiler sizden daha fazla maaş alamasınlar diye mi kapattınız?”

Kaynak: MA