Her bir dilin, sözcükleri farklı adlandırıp farklı tanımlaması, dillerin farklı bakış açılarını gösterir. Haliyle bir dilin sözlük anlamı, o dili kullanan, yaratan halkların uzun yıllara dayanan bilgi birikimi ve deneyiminin etkisiyle farklılaşır. Bir sözcüğün anlamı ve tanımlanması, başka bir dilde çok daha başka olabilir. Nihayetinde dil, deneyimden elde edilen bilgilerin farklı yorumlanmasıdır. Her bir dil gerçekte insan uygarlığının çiçekli bahçesinde bir güldür. Dillerin hepsi çiçek de olsa çeşitleri; çeşitleri aynı olsa bile renkleri; renkleri aynı olsa bile kokuları farklıdır. Dil özünde o kadar ayrıştırıcı ve o kadar bütünleştirici ki, kendi içindeki bu diyalektik yapı, özgürlüğün ta kendisidir. İnsan, bir birey olarak kendine özgü bir dil yaratabildiği gibi, dil aracılığıyla kendinden farklı toplum birimleriyle de bütünleşebilir. Dilin kazandırdığı bu olanak, kişiyi hem kendisi yapar, hem de kendinden farklı türdeşleriyle ilişki kurmasına yardımcı olur. Eğer her bir dilin bu kendine özgülülüğü olmasaydı, tek bir dil yetebilirdi. Bu nahoş durum, tüm meyve çeşitlerini yok sayıp tüm hayatı sadece bir meyveyle deneyimlemek gibi tatsız bir şey olurdu. Tabi konu dil meselesi oldu mu, mesele sadece bir aroma meselesinden çok daha öte, hayati bir konu olur. İnsan, tatsız bir durum olsa bile, tüm yaşamı boyunca tek bir meyve aromasını deneyimleyebilir; ama kendi dili olmadan, yaşamın bir anlamı kalmadığını düşünür. Zira insan dil aracılığıyla kendi varoluşunu gerçekleştirir ve koca evrende kendini konumlandırır. Kendini ifade olanağı da, kendi varlığını duyumsama meselesidir. Denilebilir ki bu olanaklara sahip olup olmama meselesi, özgürlük meselesidir.

21 Şubat Dünya Anadil Günü
Ana dil

Özünde kendine özgü bir dili yaratma olanağına sahip olmaya çabalayan birey, aynı zamanda kendi kimliğini oluşturan en önemli beleşenlerden biri olan ana dilini deneyimleme olanağına sahip olmadığı koşullarda, varoluş meselesini etnik bir meseleyle özdeşleştirir. Zira kendi dilini öğrenmesinin önündeki en büyük engelin, başka bir etnik dilin, daha güçlü araçlarla baskı yaptığı için olduğunu bilir. Çünkü her bir dil, bir etnisiteye de referans kaynağıdır. Bütün dillerin aynı zamanda bir etnisiteye atıfta bulunmaları tesadüf değildir: Arapçanın Araplara, İngilizcenin İngilizlere, Türkçenin Türklere atıf yapması gibi. Gerçekte ana dili meselesi de etnik bir meseledir. Tarih dili bize anlatmıştır ki ulus-devlet dediğimiz oluşumlar ırk üzerinden inşa edilmiştir. Bu devletlerin kendi ulusal dillerini egemen bir dil olarak politize etmeleri, dil konusunu masum bir şekilde, sadece sosyo-kültürel bir konu olmaktan çıkarıp politik-kurumsal bir çerçeveye de yerleştirmeyi gerekli kılmıştır. Zira ana dili, resmi bir dil olma olanağına sahip olmadığı koşullarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Eğitim olanakları ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler, insanı baskılayıp kendi ana dilini öğrenme hakkını ve olanağını elinden alabilir. Dil için yakın ve uzak çevre sınırları artık göreceli bir durum olmaya başlamıştır. Dil çevresi, fiziki olarak büyük ya da küçük olsun, ulus devletin sınırları ile özdeş olmuştur. Daha önceleri evde ve yakın çevrede resmi olmayan ana dilini öğrenme olanağı, günümüzde resmi kanalların teknoloji aracılığıyla evin içine kadar girmeleri nedeniyle, kaybolmaya başlamıştır. Bu durum kültür uygarlığı için de büyük bir kayıptır. Günümüz dünyasını ileri bir uygarlık olarak betimlerken aynı ilerici uygarlığın binlerce yıllık kültür kodları olan dillerin kaybolmasına araç olması da ciddi bir çelişkidir.

ana dili
Dillerin en büyük ortak özelliği, yarattıkları kültür farklılıklarıdır

Her bir dilin kendi sözlük hazinesinde insanlık uygarlığına ait birikimleri kaydeder. Bundan dolayı bir dilin kaybolması, uygarlığa ait bir ışıldağın da kaybolacağı anlamına gelir. 'Bilinir ki bir dilin başka bir dile çevrildiği durumlarda iki dilin de kültür birikiminden haberdar olmak gerekir. Bu olmadığı durumlarda dilin gerçek anlamı kendini bize açımlamaz. Kapalı kaldığı durumlarda da anlamsız bir şeye dönüşür. Bu nahoş durum dilin kendi doğasıyla ilgili bir şey değildir. Çünkü dilin de doğası, kültür farklılığıdır. Zira dillerin en büyük ortak özelliği, yarattıkları kültür farklılıklarıdır. Farklılıktaki bu ortaklık, insanlık uygarlığını doğurmuştur. Haliyle dilin anlamını yitirmesi demek, dilin doğasını tanımamak, anlamını oluşturan kültür bilgisini bilmemek demektir. Bir örnekle açıklayalım: Kürtçede ‘’nan’’ sözcüğü ‘’ekmek’’ anlamına geldiği gibi, ‘’yemek’’ anlamına da gelir. ‘’Min nan xwar.’’ denildiğinde hem ‘’ben ekmek yedim.’’ anlamı çıkarılabileceği gibi, ‘’ben yemek yedim.’’ anlamı da çıkarılabilir. Burdaki durum dilin karmaşıklığından değil, bilakis zenginliğini ve açık bir ifadeyi gösteren karakterinden başka, dilin kültür doğasını da bilmeyi zorunlu gösteren apaçık bir örnektir. Sadece bu örnekten yola çıkarsak bile, Kürt kültüründe ekmeğin önemini ve tek başına ekmeğin bile yemeğin kendisini işaret ettiğini öğreniriz. Kürtçedeki bu farklı kültürel özellik bütün dillerde vardır. Bundan dolayı ana dili konusu, bir temel insan hak ve özgürlüğü olmakla birlikte, her bir dilin kaybolması, hayatı anlamada da bir bakış açısının, pencerenin kaybolması anlamına geleceğini tekrar belirtmek gerekir.