Nice farklı dünya görüşüne ve milliyete mensup aydın, mütefekkir, kalemleriyle silahları yere indirdiler. Bedeli hayatları olsa bile, hangi görüşten olurlarsa olsunlar, ilkeleri adil olmaktı. Bu aydın kişilikler tarihin sivil itaatsiz isyancıları, çağlara yön veren gür seslileri idiler. Çağların zulmü kutsayıcı, haksızlıklar karşında itaatkâr memurları değil aksine haksızlıklara La diyen cesur yüreklileriydiler.

Aydın denince; genel manada kendini yetiştirmiş, sürekli araştıran, okuyan, belli bir kültür ve medeniyet düzeyine sahip, bulunduğu ortamlara ışık saçan, kapsayıcı, içinde bulunduğu toplumun kültürel farklılıkları başta olmak üzere tüm dünya milletlerine ve onların değerlerine gıpta ile bakan, farklılığın renklilik olduğunu düşünen, bir heykeltıraşın taşı oyduğu gibi kendini yontmuş, bir medeniyet yapısını bedenen ve ruhen kendinde toplamış ve topladığı bu içselleştirme durumunu sözlü ya da yazılı olarak somutlaştırmış, geçmişten deneyim alıp yüzlerce yıl ötesini görecek kadar ferasete sahip cesur kişiliklerdir.

Bu yol yani aydın olma yolu kolay değildir. Büyük bedeller verirsin ömründen, düşüncelerinden yorulursun, toplumsal duyarlılık ve bilincin yüksek olduğu için emek harcarsın, zaman alır, götürür bu harcanan yıllarda ömrünün en heyecanlı, en enerji dolu yıllarını bitmez tükenmez bir yara olur yaşadığın toplumun kargaşaları düşüncelerinde, yüreğinde. Düşünmek, düşüncelerini yazılı ya da sözlü ifade etmek yürek ister cesaret ister, herkesin harcı olmaz bir fikrin önderliğini yapmak ve bildiğin doğru uğruna canını vermek… Karanlık odaklar hep korkmuştur bilginin, bilenin okuyup araştıran insanın aydınlığından… Bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında, bu sebepten okuyan, araştıran cesur yürek kalemler hep hedef gösterilmişlerdir. Gerçek manada bir aydın doğru gördüğü gerçekleri şaşmadan, tökezlemeden söyleyendir. Aydın denince; anlam dünyası daha dar olan, okuma seviyesi ve bakış açısı düşük düzeydeki kişilerin gözünde, TV’lere çıkıp çene çalan, ünlü olmak için çabalayan kişilerdir. Oysaki birazcık dahi olsa okuyup araştırınca anlarsınız ki gerçek bir aydının işi çok zordur ve üstelik işin içinde eğlence de yoktur! Çünkü rasyonel düşünen, aklı öncelemiş vicdanlı bir aydın; statü ve güç ile para ile pek işi olmaz. O toplumsal “hastalıkları” düşünür ve onlara kendince en doğru şekilde yön vermeye çalışır. Zamanın muktedirleriyle de bir işleri olmaz aydınların: İmâm-ı Â'zam Ebû Hanîfe, bütün zorlamalara rağmen, Emevi ve Abbasi saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, yönetim anlayışını onaylamadığı Abbasi Devleti'nin ikinci halifesi, Halife Ebû Ca'fer el-Mansûr’un kadılık teklifini kabul etmemiştir. Sunulan teklifi kabul etmediği için işkence edilerek kırbaçlandığı ve hapse atıldığı, daha sonra Ebû Ca'fer el-Mansûr’un talebi üzerine hazırlanan zehirli süt içirilerek öldürüldüğü söylenir. Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen Ebû Hanîfe, sultanın gasp etmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini istemiş. İmam, Bağdat’ta Hayzürân Kabristanı'nın doğu tarafına defnedilmiştir.

Kurulu düzeni, egemen siyasi düşünceyi ve onların güç ardına sığınarak uyguladıkları zulmü, haksızlığı aydınlatıcı felsefi düşünceye dayanan cümleleriyle yerle bir eden filozoflar, âlimler, bilim adamları, diğer bir tabir ile aydınlar; yüzyıllar boyunca hedef olmuşlardır. Kuşkusuz ki aydınlar; kendi ilgi alanı ve mesleği dışında evrensel düşüncelere ilgi duyan, yaşadığı toplum başta olmak üzere dünya toplumları içinde kaygılanan, içinde bulunduğu zamanın üstünde düşünen, düşünceleri ve sağlam duruşu nedeniyle, canları pahasına olsa da, hiçbir gücün ardına sığınmadan doğruları haykıran, hayat yolculuğunda yalnız, dürüst ve ıssız olmayı onursuz bir güç ve kalabalığa tercih eden, haksızca elde edilmiş dünyalık menfaatleri elinin tersiyle iten, tüm çağlarda güneş gibi ışıldayan, aydınlığın yayıcıları, hakikatin arayıcısıdırlar.