Sidre bir akşamüzeri kızıllığında açtı gözlerini. Biraz sersemlemişti. Çevredeki görüntüler açılmakta olan bir tiyatro perdesinin kenara çekilmesini andırıyordu yavaşça aydınlanıyordu ortalık. Bu perdeyi çeken adam çok cılız ve zayıf olmalıydı çünkü habire kayboluyordu görüntüler. Bir dakika bekle diye mırıldandı kendi kendine. Açılmayan şey perde değil göz kapaklarıydı.

Her şeyi sırayla yapmalıydı. Önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı, sonra bir mescidin etrafında toplanan kalabalığın içinde tanıdık yüzler arayacaktı. Soracağı son şey ise bu toplantının sebebi olacaktı.

Hayır, bu birkaç, bir mescit ve bir iki ağaç dışında geriye kalan her yerin yalnızca Toprak olduğu boş arazi hiç tanıdık gelmedi, biraz bile Aşina değildi. Çaresiz sormak için birkaç adım ilerlemek istedi. Hareket edemiyordu. Seslenmeyi denedi, hiç kimse tepki, belki de duymamışlardır diye düşünüp var gücüyle bağırdı. Yine duyan olmamıştı. Derken koşarak gelmekte olan bir kız çocuğunu fark etti. Aynı anda "anne" diye sesleniyordu kız telaşla. Onu durdurmak kolay olmayacaktı ama denedi. Derken bir sis perdesi gibi yoğunluğunu kaybederek geçip gitti çocuk. Büyük bir uyuşukluk anı doğrusu, anlaşılan o ki sidre cismi ile bedeniyle burada değildi. Bir Rüya olabileceğini var saydı, ancak Rüya olamayacak kadar gerçekti. Sükûnetini korudu ve olan biteni seyre koyuldu.

Hâlâ koşmakta olan kız çocuğuna baktı, seslenmeye devam ediyordu çocuk.

-anne yetişin nazenin ölecek. Bırakıp gidecekler onu.

Sonra kalabalığa yöneldi bir taşın üzerine bırakılmış küçük bir bebeğe gözyaşları içinde bakan kadın çarptı gözüne ve yüksek sesle bu bebeği istemediklerini söyleyen bir sürü öfkeli adam.

Kenarda durup olanları Bir birilerine açıklayan kadınlara kulak kesildi.

-neden bırakıyor ki bebeğini de alsa ya yanına

-ne babası ne kocası istemiyor ki bebeğini, ne yapsın bir bebek için sokakta mı kalsın? Hem kız çocuğuymuş zaten.

Roni "nazenin i öldürecekler" diye haykıra haykıra vardı eve. Babası sakinleştirdi roni'yi

-kızım bir soluklan da öyle anlat. Ne oldu?

Ne mutluluk ama babası evdeymiş. Adını duyanların istemsizce ayağa kalktığı, saygılarını sunduğu o Bilge adam evdeymiş. Derin bir rahatlama hissetti roni. Babası çözerdi bu meseleyi, sorunu çözmek için haberdar olması bile yeterdi.

-Baba nazenin camiye bıraktılar kimse istemiyor onu. Açlıktan ölür o, belki de kurtlar yer.' bir şey yapın.

Güven veren bir gülümseme ile yalnızca gözlerini yumdu Bilge adam. Roni annesinin yanına gönderdi ve eşine seslendi.

- Sitare çıkıp bir bakacağım, birkaç saate dönerim. döndüklerinde oğlanları yanıma köy mescidi'ne gönder.

'Dediği gibi de yaptı birkaç saat içinde ardı sıra yürüyen 4 oğlu ve kucağında bir bebekle geri döndü. Ev Halkı etrafına toplandı, hepsi merakla bu bebeğe bakıyordu.

Gerçekliğin bütün katılığını aşmış, zamanın akışkanlığını geride bırakmış olan sidre, kenarda Durmuş hâlâ bu garip hikaye tanıklık ediyordu. "Tabii ya" dedi sidre "tabii ya bu bebeği tanıyorum" seyircisinin içine hapseden ancak asla müdahale ettirmeyen biyografik bir film bu, sidre ise bu zamanın ve bu mekanın yalnızca hayalet seyircisi. Yüzünde nokta nokta beliren kederle mırıldanmaya devam etti. "Neye baktığınız ın farkında mısınız?"

Hayata birkaç sıfır yenik başlamış, dışlanmış, sebepsizce sevilmemiş nazenini herkes gördü, bildi bir süre seyretti ve yüzünü ezberledi.

Acaba biliyorlar mıydı şu an hayatta tuttukları bu kızın, ümitsizliği ve öfkeyi, nasıl yeşertecegini?

Bilge adam döndü karısına tekrar:

- Sitare, sen büyüt bu çocuğu, onu en iyi sen anlarsın.

Öyle ya nazeninin en iyi Sitare anlardı. O da Ermeni bir anne ve babanın göç sırasında " belki yaşaması mümkün olur, onu iyi insanlar bulur da hayatta tutar" umuduyla ormana bıraktığı bir çocuktu. Adı değişmiş, geçmişi silinmiş, Koca Dünyada elini kolunu sığdıracak bir yer bulamayan bu kadından daha iyi kim anlayabilirdi bu çocuğu.

Terkedilmiş, olan bitenden bir haber, ta baştan kaybetmiş bu çocuktan daha fazla kim hatırlatabilirdi yaralarını bu kadına.

Toprağından sökülmüş kız çocuklarını yeniden dallandırmak, Bilge adamın ailesinde gelenekselleşmeye başladı. bilebilirdi ki bu sistemin, kökleri Toprak görmemiş bir yetim bulamayınca, kendi topraksız yetimlerine üreteceğini.

Sitare sahiplendi nazeni ni, Kendi çocuklarından ayırmadı onu. sivri geçmişine ayna olmuş olsa bile. Bir şekilde bütün aileyi çekip çeviriyordu Sitare. Saldırarak koruyan, öfke ile seven, yaşamak için Çetin bir çatışma arayan erkekse düzeni, Sitare kadınlığından güç bulan pamuktan darbeleriyle sarmalayıp dengeliyordu.

Nazenin 8 yaşına gelene kadar onunla beraber büyüdü Sitare. Nazenine adıyla seslenmemişti hiç.

Konuştuğu çok nadir zamanlarda ise ona "evlatlık" diyordu.

Bugün bir ihsanda bulundu, adıyla seslendi;  üstelik kısaltma gereği duymadan ismi ile.

- nazenin bugün büyük halanın evine gidiyorsun. Artık büyüdün, bizimle kalmaya devam edemezsin.

Sahip olduğu her şeyi kaybetmişcesine sarsıldı nazenin. Onlara hiçbir kötülük yapmamıştı ki. belki bazen çok huysuzdu ama bilgi adamın ailesine minnettardı. Minnetini her fırsatta gösterirdi hiçbir işten kaçmazdı ve hizmette kusur etmezdi. Neden fazla geldiğini düşündü, cevap bulamadı. Kısık ve tiz bir sesle

-tamam. Deyiverdi öylece. "Hala çok huysuz, yeryüzünde hareket eden her şeye karşı çok öfkeli, zaten gözleri de görmüyor. Ne yapacağım ben onunla? Cezayı hak edecek bir şey yapmadım ki"

Bu düşünceler içinde yeni hayatına doğru adım adım ilerledi, önde Sitare ardında nazenin. Hala ile birlikte geçirdiği tüm zamanlarda bu düşünceler oradan oraya koşturan yaramaz çocuklar gibi dönüp durdu kafasında.

Nazenin büyük hala için de aynı şekilde Üstün hizmetlerde bulundu. Yemeğini yaptı, çamaşırını yıkadı, tarlasını ekti biçti. Çağrıldı her yere bir asker disiplini ile hazır gitti. Ancak büyük hala hiçbir zaman memnun olmadı. Burada da takma bir ismi vardı. Hala ne zaman kızsa "buluntu" niye çağırırdı onu. Hoş mutlu olduğu zamanlarda da öyle derdi ya. Bu kadar öfkeli yükselmezdi yalnızca sesi.

Nazenin zamanla öğrendi kendi başına asla bir karar veremeyeceğini, bir şey isteyemeyeceğini, insan bedenine ait hiçbir hazza öykünemeyeceğini.

Yine de insandı, bir şeyleri istemekten, hayal etmekten alıkoyamadı kendini. Elbette bu coğrafyada pamuk şekerden bulutlar, pembe Dağlar, konuşan kanatlı atlar hayal etmek bile hayaldi. Daha olası hayaller kurdu. Mesela gülümseyen bir anne düşledi ya da istiyorum diyebilmeyi. Zeki bir kızdı nazenin. Büyük hala bu küçük düşlere de izin vermezdi, biliyordu. Günden güne değişti şekillendi nazenin. Daha sessiz, itaatkar oldu. Her şeyden önce kişiliğinin çekirdeği parçalandı. Kendine ait olmayan Bir bedende, başkalarının kararlarıyla, bir başkasının hayatını yaşadı. Daha öfkeli daha sinsi daha hırslı daha katı biri olup çıktı.

Büyük halanın, onunla çatışma girişimlerini, sessizliğinde boğup sonuçsuz bırakmayı da öğrendi.

Bazen merak etmeden duramazdı "onu bu hale getiren ne?" Diye. Yine de çabucak sayılırdı düşüncesinden.

6 yıl sonra nazenin 14'ünde iken, başladığı yere geri dönmenin hazırlıklarına başladı. Artık 14 yaşındaydı kocaman bir kız olmuştu. Hem yaşı da gelmişti artık. Evlenip çoluk çocuğa karışmak zorundaydı.

14 yıllık hayatının geri kalanında olduğu gibi elbette bu kararda ona ait değildi.

Bilge adamın, kendisinden 19 yaş büyük oğlu ile evlendi. Onlar da olmasa kim bakacaktı yoksa nazenine? Bu seferki rolü anne ve kadın olmaktı. İlk defa sevgiye dair bir eylem ile karşılaşacağını düşünüyordu. Belki biraz mutlu olmuş bile olabilirdi.

Ancak öyle değildi, geçmiş 14 yıldan tek bir farkı vardı: şefkatten yoksun şehvetli bir dokunuş yalnızca. Ne büyük hayal kırıklığı ama.

Nazenin yeryüzüne borçlu gelmişti, ömrü boyunca bu borcu ödemek zorunda hissediyordu. İleriki zamanlarda Bilge adama 7 torun verdi, ancak daha ilk çocuktan itibaren anladı bunun yeterli olmadığını.

Kocası hiçbir zaman memnun olmadı. Adam zaten bu yaşlı, küçük, çocuk kadınla ne yapacağını bilmiyordu. Bu cesur, dik duruşlu, Yiğit, bir savaşçı edasıyla yaşam sürdüren adam, iş bir kadını ve çocuğu sevmeye gelince afallıyordu.

Böylece nazenin, utancı da çokça tanıdı. Bu yüzden öldürmeye çalışmadığı tek bir çocuğu bile olmadı. Hiçbir girişiminde başarılı olamadı, olmak da istemedi zaten. Amacı cinayet değildi, yalnızca çoğalmak istemiyordu. Yine de kabullendi çocuklarını. Sever miydi bilinmez ama yaşamaya hakları olduğuna karar verdi.

Kişiliğinin parçalanan çekirdeği, her bir çocuğun da ayrı ayrı filizlendi. İlk çocuğu, kayıtsız şartsız kuşatıcılığını devraldı. İkincisi, sonsuz hırsını. Bir üçüncüsü hoşnut olamayan kanaatsiz yanını. Bir diğeri büyük öfkesini. diğeri sessizliğini kuşandı, bir kara delik gibi dışarıdan içine çöküşünü.... Sonuncusu ise entelektüel yanını. Hepsinin en belirgin ortak özelliği ise haddinden fazla fedakar oluşlarıydı, Annelerine ait bir borcu devralmışcasına.

Bugün nazenin, sevmediğini söylüyordu hepsinin bu derece ona benzemesini. Kendi yansımasından kaçarken parçalanan bir ayna, 7 farklı açıdan yüzünü gösteriyor da ona. Sidre derin bir nefes ile irkildi. Devamında ninesinin geceyi noktalayan cümlesi geliyordu;

-annem yanımda olsaydı...

Dedi nazenin nine.

O gece nazenin ninenin hikayesine tanık olan herkes, yapbozun kendinde bulunan parçasını, yerine koymuştu da öyle tamamlamıştı nazenin ninenin hikayesini.

65 yıl öncesinin hayaleti sidre, bu geceye döndü, filmin sonundaki cümleye dikkat kesildi. ninesi nazenin sesinden...

-annem yanımda olsaydı eğer istemediğim hiçbir şeyi yapmak zorunda kalmazdım.