Belki de hepimiz, ellinde oltasıyla anlam denizinde mana avlamaya çalışan avcılarız...

Elbette ki her kitabin bir yazılış amacı vardır. Düşünsel, sanatsal, bilimsel; her kurgunun kendi evreninde barındırdığı öğeler üzerinden anlam arayışları vardır. Belki de yazarı tarafından, idrak edilen şeyler, okura aktarılmak istenmektedir. Aslında hayatta çok karşılaştığımız bir husustur; kişilerin kendi inançlarını tebliğ etmeleri. Öyle ki, siyasi, ekonomik, felsefi, dini... Her ne olursa olsun herkes inandığını paylaşma ve kabul ettirme eğilimindedir.

Yazarlar ve yazdıkları ise bunu, en estetik biçimde sunmayı, amaçlarlar.

Hasılı kelam: Kurgu, anlatılmak istenen şeyleri karnında taşıyan hamile bir kadın gibidir. Kitabı okuyan ise bu bebeğin doğmasına yardım eden ebe.

Dünyada, insan üretimi her şey gibi, edebiyat üretimi de tonlarca atık oluşturmuştur. Buna atık denemin nedeni kitap bile olsa değişik dillerde, değişik mekanlarda sunulmak üzere tonlarca üretilmiş olmasındandır. Şayet bu üretimin tamamı faydalıysa bir sözüm yok, ama öyle sanıyorum ki, üretilen ve bu üretimde kullanılan malzemenin çoğu çöpe gidecektir.

Hiç kimseyi tenzih etmeden söyleyivereyim; aklına enteresan entrika ve komplolar gelen herkes neredeyse roman yazar oldu. İnternet dünyasının tanıdığı imkanları da göz önüne aldığımızda, çeşitli mecralarda bazı klişe merak unsurlarının kullanıldığı yazılar görürüz. Bir bakıyorsunuz kitabın ismi, Aldattığım erkekler, hoşt! Daha neler. Ya da, Bir çapkın aşkı, gırla cinsel içerik üreten ve kendilerini yazar sanan müsveddeler var.

Bu nedenle, yazın yani edebiyat, ayağa düşmüştür! Gerçek edebiyat üreticileri, ellerinde oltalarıyla mana denizinde anlam avlamaya çalışmaya devam ederken, züppeler de, kontesi kim...., Edebiyatı üzerinden para kazanmaya devam etmekteler.

Öncelikle kurgu denen şey temelde iki türlüdür. Biri hayatı olduğu gibi anlatan realist yazılardır ki, bu gün değinmek istediğim kitap ‘İhtiyar Balıkçı’ olduğu için. Hemingway’ın bu eserinin hayatı realist bir şekilde ortaya koyan önemli bir eser olduğunu söyleyebilirim.

Hemingway, bu eserde fikri, felsefî olana değil, olduğu gibi hayata dokunmaya çalışmıştır.

Hayat, bizzat anlamlarla dolu bir kurgudur. Bunun için entrikalara, komplolara; marjinal fikirler denizine dalmaya gerek yoktur. Hayatı olduğu gibi anlatan, doğumdan ölüme kadarki süreçte insanı insan yapan duygu ve düşünceleri, dahası tecrübeleri anlatan muhteşem yazarlar vardır. Bunlardan biri de Hemingway’dır. Aynı üslubu Cengiz Aytmatov’da görmüş ve hayranlıkla okumuştum. Gün olur asra bedel, isimli eseri kadar hayatın kendisi olan cok az eser okudum.

İkici olarak kurgu, zihinsel bir evrende üretilebilir. Biri tecrübe yani hayatın kendisi olan eserler. Diğeri ise bilişsel bir deneyim olan, kişinin fantastik dünyasında oluşmuş, fizik ve matematik kanunlarına aykırı olsa da bir dünya görüşü vadeden eserlerdir. Temelde her ikisi de kurgudur. Yani gerçek dışıdır.

Ama biri ayağı yere basan, öbürküsü ise ayağı muallakta olan iki temel kurgu çeşidi olduğunu düşünüyorum.

Tecrübe, olan ve herkesin aynı şekilde yaşamasının mümkün olduğu deneyimlerdir. Ama tecrübe ve deneyim arasında ciddi farklar da vardır.

Örneğin bin yıl önce biri uzaya seyahat ile ilgili bir roman yazmış olsaydı bu muhtemelen bilimsel olan bir alt yapıdan, yani tecrübeden yoksun olacaktı. Belki iyi bir hayal gücünü yansıtsa da gerçeklikten çok ama çok uzak olacaktı.

Bu nedenle tecrübe içeren eserlerin çok kıymetli olduğunu söylemek istiyorum. Kitabın ana temasına hiç girmeden, bu kitap okunmalı, diyorum. İhtiyar Balıkçı, hayatın içinden, gerçeğin ta kendisi olan yaşlı bir adamın seziş ve yaşayışını anlatmaktadır.

Orhan Aksoy