Eşitsizlik Bülteni 6. sayısında “Çevre” başlığı altında bölgesel eşitsizliği mercek altına alırken, Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu, hava kirliliğinde bölge illerinin ilk sırada yer almasına ilişkin, “Merkezin yatırımlarının aynı anda birçok alana ve eşitliği gözeten, yani sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyleri arasındaki farkı kapatmayı hedefleyen bir kalkınma politikasının merkeze alınması gerekiyor” dedi. -Türkiye’de 340 tane hava ölçüm istasyonu var ve sadece 20 tanesi bizim bölgemizde -Eyyübiye gibi 500 bin nüfuslu bir ilçede doğalgaz yok -Türkiye’nin en kirli havasını soluyan 10 şehrin 5’i Kürt şehirleri
Ali Abbas Yılmaz / Özel Haber Ruhavioğlu, “Türkiye’de 340 tane hava ölçüm istasyonu var ve sadece 20 tanesi bizim bölgemizde. Türkiye’nin en kirli havasını soluyan 10 şehrin 5’i Kürt şehirleri. Fakat bu 5 kentte de ne sanayi var ne ticaret var. Hiçbir şey yok. Birincisi buraların doğalgaz öncelikleri yok. Yani doğalgaza dönüşümde en sonra bırakılan şehirler. Kömür kullanımının yüksek olduğu ve varsa sanayide hava kirliliğini iyileştirecek tedbirlerin de alınmadığı bir yer. Buralara devletin sosyal yardımlar bağlamında yaptığı kömür yardımları da çok kötü. Kara duman çıkıyor bu bacalardan ve dolayısıyla şehir kirli bir hava soluyor” diye belirtti.
Kürt Çalışmaları Merkezi’nin yayınladığı Eşitsizlik Bülteni, altıncı sayısında çevre kategorisinde bölgesel eşitsizliği mercek altına aldı. Eşitsizlik bülteni; eğitim, sağlık, sosyal yaşam, çalışma hayatı, gelir ve servet başlıklarının ardından altıncı sayısında çevre başlığıyla Türkiye geneli ile bölge arasındaki eşitsizliklere ayna tuttu. Eşitsizlik Bülteni’nin çevre sayısı üzerine Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu, Sur Ajans’a konuştu.
‘Türkiye’de 340 tane hava ölçüm istasyonu var ve sadece 20 tanesi bizim bölgemizde’
Bölgeler arası eşitsizliği siyasetçilerin gündemine taşımayı ve merkezden yönetim yerine yerelin inisiyatifinin güçlendirilmesi ve yerelin sorunlarının çözümü konusunda politikaların yerelden üretilmesi gerektiğine vurgu yapan Ruhavioğlu, çevre başlığı altında bölgesel eşitsizliğe ilişkin şunları söyledi: “Eşitsizlik Büteni ile ilgili en temel derdimiz, devletin kendi ürettiği verilerde bile bölgeler arası ciddi bir eşitsizliğin olduğunu görmemiz ve bunun daha dikkatle görülmesini istememiz. Şimdi bir seçime gidiyoruz ve siyasi partiler bazı vaatlerde bulunuyorlar. Biz bu konuda hem gazeteciler üzerinden hem akademinin buraya biraz daha ilgisinin yönelmesi hem de siyasetçilerin bu meseleyi tartışmak zorunda kalmalarını istiyoruz. Çünkü devletin Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bir sosyo ekonomik gelişmişlik endeksi yayınlıyor. Ve bu endeks Türkiye’deki illeri gelişmişlik sırasına göre 6 kademede gruplandırıyor. Altıncı kademe ise bizim bölgemiz. Altıncı kademe illerinin tamamı bölgemizdeki iller. Hem eğitimde hem sağlıkta hem sosyal yaşamda hem gelir ve servette, bütün bu konularda bir eşitsizlikle malul burası.
'16 şehirden bahsediyoruz ve bu da yüzde 6’sı demek'
Tüm bu konularda bir eşitsizlik içinde olmasını bir şekilde anlıyorsunuz ama hava kirliliğinde de bir eşitsizlik olur mu diye merak ediyorsunuz. Hava kirliliğinde de eşitsizlik oluyor. Şöyle oluyor: Örneğin biz TÜİK’in 2015 verilerini baz alarak bu bülteni hazırlıyoruz ama elbette ki 2015’te kullandığı verilerin güncel versiyonları varsa onu kullanıyoruz. 2015’teki hava kirliliği oranına baktığımızda örneğin Türkiye ortalaması -onun bir birimi var; PM10 değeri üzerinden ölçüyoruz- 55 imiş. Fakat güncel veri (2022) Türkiye ortalaması 47 birime düşmüş. Yani hava kalitesi bir miktar iyileşmiş. 2015’te Bölge ile Batı arasında 10 puan fark varmış. Yani Bölgenin havası Batıya göre 10 puan daha kirliymiş. Ama bugün bu fark 15’e çıkmış. Bu şu anlama geliyor; havanın kalitesini iyileştirmek, hava kirliliğini önlemekle ilgili politikalar bölgeye bakmamış, Batıya bakmış. Türkiye’de 340 tane hava ölçüm istasyonu var ve sadece 20 tanesi bizim bölgemizde. 16 şehirden bahsediyoruz ve bu da yüzde 6’sı demek. Bu şu demek; buranın havasının çok da izlenmesi dert edilmiyor. Ya da örneğin doğalgaza geçişte; Ağrı, Iğdır, Şırnak vs. önceliklendirilmiyor.”
‘Devlet Ankara’dan bakınca Ağrı’yı önemsiz görüyor’
Kalitesi kömür kullanımı ve doğalgaza dönüşümü öncelenmeyen illerde hava kirliliğinin yoğun yaşandığına dikkat çeken Ruhavioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesela Urfa çok büyük bir şehir ama hala merkezinin neredeyse yarısından fazlasının doğalgaza erişimi yok. Örneğin Eyyübiye gibi 500 bin nüfuslu bir ilçede doğalgaz yok. Ne yakıyor bu insanlar, odun, kömür yakıyor. Bu bölge aynı zamanda sosyo ekonomik statüsü düşük ve gelir bakımından da dezavantajlı bir bölge olduğu için (sosyal yardımların fazla yapıldığı bir bölge) kalitesiz yakıt yardımı yapılıyor. Ya da kalitesi kömür kullanılıyor. Madenlerden çıkan kömürler de kötü. Yani, hava kirliliğinde bölgeler olarak birbirimizin arasındaki mesafe darken, devletin yatırımları bu mesafeyi açmış. Çünkü hava kirliliğini temizlemede devlet bir yeri önceliklendirmiş. Eşitsizlik tam olarak böyle inşa oluyor. 100 yıldır bu bölge diğer bölgelere göre eşitsizlikle malul. Bazen cezalandırıyorsunuz, burası bir Kürt bölgesi olduğu için. Bazen bir isyan oluyor, bir kalkışma oluyor, silahlı çatışma oluyor vs. cezalandırmak istiyorsunuz. Bazen bu sebeplerden dolayı önceliğe koymuyorsunuz. Ama bütün yatırım neticede Türkiye’de 2-3 merkeze yığılmış ve yatırımlar da oralara yapılıyor. Dolayısıyla bir bütüncül bakış, yereli gözetmeyen bir bakış olduğunda merkezden beslenen ekonomik kaynaklar neredeyse merkez de oraya yatırım yapıyor. Bu bize çok önemli bir şeyi söylüyor. Kamu yönetiminde yerelleşmenin önemini anlatıyor. Yani, devlet Ankara’dan bakınca Ağrı’yı önemsiz görüyor. O halde Ağrı’dan Ağrı’nın kamu politikasını idare edebilecek bir yönetim mekanizmasına ihtiyaç var. Dolayısıyla yerelleşme burada çok önemli bir şey.”
‘Yani 15 yaralı ayaktan bir tanesini tedavi ettiğinizde Kırkayak düzgün yürür diyemezsiniz’
Bölgeler arası eşitsizliğin giderilmesinin bütüncül bir politik yaklaşım gerektirdiğini ve bütün sorun alanlarını gözeten bir müdahale tarzına ihtiyaç olduğunu ifade eden Ruhavioğlu, şöyle konuştu: “Mesela kilometre kareye düşen orman alanında da bölge çok dezavantajlı bir durumda. Altyapı hizmetlerinde de çok dezavantajlı durumda. Bütün verilerde bölge diğer bölgelere göre dezavantajlı durumda. Yani eşitsizlik tek bir alanda değil. Eğitim bakımından bölge dezavantajlı dediğinizde sanki eğitime yatırım yaptığınızda dezavantaj ortadan kalkacakmış gibi görünüyor ama değil. Çünkü birçok şey birden kötü gidiyor. Şimdi bir Kırkayak var ve diyelim ki 15-20 ayağı aksıyor. Siz 15-20 ayağını birden tedavi etmelisiniz. Yani 15 yaralı ayaktan bir tanesini tedavi ettiğinizde Kırkayak düzgün yürür diyemezsiniz. Kırkayağın yaralı olan bütün ayaklarını aynı anda pansuman etmeniz ya da geliştirmeniz gerekiyor. Dolayısıyla bu ayaklar; bir tanesi eğitim, bir tanesi sağlık, bir tanesi gelir ve servet, bir tanesi istihdam, bir tanesi işsizlik; kadının çalışma hayatına katılması, hava kirliliği, orman alanlarının yetersizliği vs.
'Bu kalemlere teker teker bakmayı gündeme almalıyız'
Bütün bu ayakların her birisi çok çok önemli. Siz burada örneğin sinemaya, tiyatroya gitmeyi kolaylaştırmadığınızda, orman alanlarını çoğaltmadığınızda, eğitime tek başına yatırım yapmanız her şeyi iyileştirmiyor, eğitimi bir miktar iyileştiriyor sadece. Ya da asfalt döktüğünüzde, Kalekol yaptığınızda Diyarbakır’a maddi olarak bir yatırım yapmış oluyorsunuz ama Diyarbakır’a yaptığınız Kalekol kentin sınıf mevcutlarını azaltmıyor. Buraya bir para aktığı doğru -tabii o paranın nasıl bir rant ilişkisi içinde döndüğü de başka bir mesele- fakat oraya o paranın gelmiş olması bizim alım gücümüzü arttırmıyor. Sınıflarımızın mevcudunu azaltmıyor. Hastanelerimizdeki doktor sayısını arttırmıyor. Dolayısıyla daha sağlıklı, nitelikli hizmet aldığımız anlamına gelmiyor. O sebeple biz bu kalemlere teker teker bakmayı gündeme almalıyız.”
‘Yereli güçlendiren bir kamu politikası olmazsa, bütün bölgelerin aynı anda kalkınması mümkün olmuyor’
Bölgeye yönelik yatırımların bölgenin ihtiyaçlarını gözetmediğini ve merkezi otoritenin öncelikleri üzerinden hareket edildiğini dile getiren Ruhavioğlu, istihdama, yurttaşların refahına yansımayan yatırımların toplumsal yaşam kalitesine bir katkı sağlamadığına vurgu yaparak, “Bölgedeki yatırımlar daha çok askeri ve ulaşım yatırımları. Bunlar hayatımızı bir miktar kolaylaştırıyor. Diyelim Diyarbakır’da daha iyi asfalt olması ulaşımımızı kolaylaştırıyor. Ama sadece ulaşımımızı kolaylaştırıyor. Örneğin eğitim sistemimiz hala kötü olduğu için mutluluk seviyemiz hala yükselmiyor. Asfaltımızla, dağımızdaki ormanla, tiyatro ve sinema sayımızla gelirimizin birlikte iyileşmesi gerekiyor ki, mutluluk seviyemiz artsın. Bu Bölge mutluluk seviyesi bakımından da en kötü, Türkiye’ye aidiyet bağı açısından da en zayıf insanların yaşadığı bir bölge. Kürtler bir demografi olarak böyle bir nüfusu teşkil ediyorlar. Dolayısıyla biz burada hem politik bir sorun olduğunun farkındayız. Yani, sorun siyasetin de sorunu, sadece ekonominin, ticaretin, sağlığın sorunu değil.
'Iğdır gözardı ediliyor'
Bütün bu sorunların bir yumağa dönüşmüş olduğunu ve bu yumağın çözülmesi gerektiğini, bunun yereli, yerelden yönetimi gözeten; buna ademi merkeziyet dersiniz, yerel yönetimler reformlarının güçlendirilmesi dersiniz. Neyse artık. Yereli güçlendiren bir kamu politikası olmazsa, bütün bölgelerin aynı anda kalkınması mümkün olmuyor. Size daha iyi ekonomik kalkınma sağlayacak merkez İstanbul ise oraya yatırım yapıyorsunuz ve bu size yetiyor. Iğdır sanayi bölgesi olmamasına rağmen en kötü havayı soluyan şehir oluyor. Çünkü Iğdır’ı o kadar gözardı ediyorsunuz ki, oradaki kirli hava, kömür yakımı vs. birçok faktör bir araya gelerek kötü bir durum ortaya çıkıyor.” İfadelerini kullandı.
‘Türkiye’nin en kirli havasını soluyan 10 şehrin 5’i Kürt şehirleri’
Bölge illerindeki hava kirliliği sorununun sürmesinde sosyal yardımlar sırasında ihtiyaç sahiplerine sağlanan niteliksiz kömür kullanımının da etkili olduğuna işaret eden Ruhavioğlu, sorunun aşılmasının anahtarının yerel yönetimlerin güçlendirilmesinde olduğunu belirterek şunları söyledi: “Türkiye’nin en kirli havasını soluyan 10 şehrin 5’i Kürt şehirleri. Fakat bu 5 kentte de ne sanayi var ne ticaret var. Hiçbir şey yok. Birincisi buraların doğalgaz öncelikleri yok. Yani doğalgaza dönüşümde en sonra bırakılan şehirler. Kömür kullanımının yüksek olduğu ve varsa sanayide hava kirliliğini iyileştirecek tedbirlerin de alınmadığı bir yer. Buralara devletin sosyal yardımlar bağlamında yaptığı kömür yardımları da çok kötü. Kara duman çıkıyor bu bacalardan ve dolayısıyla şehir kirli bir hava soluyor. Mersin gibi, Afyon gibi Iğdır’dan Ağrı’dan görece çok daha iyi ticareti, sanayisi olan şehirlerin havası nasıl Iğdır’dan daha iyi olabilir? Siz Batıdaki bir şehre hava istasyonlarını kuruyorsunuz, daha fazla ölçüm yapıyorsunuz. Havanın kirli olduğunu gördüğünüzde de bazı tedbirler alıyorsunuz. Sanayide bazı tedbirler alıyorsunuz, doğalgaza geçmesi gerekiyor diyorsunuz. Sanayinin kullandığı bacalara bazı tedbirler alıyorsunuz, filtreler koyuyorsunuz. Ama öbür tarafla ilgili herhangi bir şey yapmıyorsunuz. Bir tarafa bazı tedbirler aldığınız için hava düzelirken, öbür tarafta ise hava kirli kalmaya devam ediyor. Bu da aradaki makası daha da açıyor.
Aradaki eşitsizliği giderecek politikalara ihtiyaç var
Bu yüzden Iğdır’ı, Ağrı’yı, Şırnak’ı önemseyecek bir kamu bürokrasisi lazım. Bu da Şırnak’ta bir kamu bürokrasisinin güçlü olmasıyla, Urfa’da kamu bürokrasisinin yerelde güçlü olmasıyla ve kendi kararlarını alabilmesiyle mümkün. Yani, havanın kalitesini iyileştirme inisiyatifinin yerelin elinde olması lazım ki, havayı iyileştirsin. Ama bu bugün yerelin elinde değil. Merkez bir karar alıyor, oraya bir istasyon koyuyor ve ölçüyor. Tedbirleri de merkez alıyor. Tedbirleri de yerelin alabileceği, politikaları yerelin hayata geçirebileceği bir mekanizma mutlaka gerekiyor. Tabii bu sadece yerelleşme sorunu değil. Merkezin yatırımlarının aynı anda birçok alana ve eşitliği gözeten, yani sosyo ekonomik gelişmişlik düzeyleri arasındaki farkı kapatmayı hedefleyen bir kalkınma politikasının merkeze alınması gerekiyor. Ama bugünkü kalkınma politikası mesafeyi daha da açıyor, kapatmıyor. Ekonominin, ticaretin, sanayinin daha yoğun olduğu şehirlere daha çok bakılıyor, diğer şehirler maalesef gözardı ediliyor.”