Fincancı, “Burada acı olan şu ki en fazla sağlam kalması gereken yerlerde çok büyük bir yıkım yaşandı. Bir organizasyonsuzlukla karşı karşıyayız. Sadece güvenlikçi perspektifi var” dedi.

Arif Bulut/ÖZEL HABER

Maraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7.7 ile 7.6’lık depremden bölgede 11 etkilendi. Açıklanan resmi verilere göre bu illerde yıkılan 18 bin binada 48 bin 488 kişi enkaz altında kalarak yaşamını yitirdi ve 100 bini aşkın kişi de yaralandı. Hasar gören yüz binlerce bina da ise yaşam durdu. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) uzmanlarının açıklamalarına göre, deprem nedeniyle Türkiye'de 1,5 milyon kişi evsiz kaldı.

6 Şubat’ta meydana gelen depremin yaralarının sarılması için bir çok sivil meslek örgütü çalışmalarını sürdürüyor. Depremzedeler ile toplum sağlı açısından önemli bir meslek örgütü olan Türk Tabipler Birliği (TTB) de depremin yaşandığı ilk günden bu yana bölgede çalışmalarını sürdürüyor. 

Yıkımın büyük olduğu 4 ilde TTB’ye bağlı tabip odaları yıkıldı. Tabip odaları konteynırlarda tekrardan kurulurken, deprem nedeniyle yaşanan sorunlar 30 yıldır olağan dışı durumlarda halk sağlığına yönelik çalışma yürüten rapor ekibi sahada gözlem yapıyor ve tespit edilen sorunlar kamu otoritesine iletiyor.

14 Mart’ı deprem bölgesinde geçiren Fincancı, gittiği illerde yaşamını yitirenler için düzenlenen anmada olması gerekeni her zamanki gibi açık ve net ifadelerle dile getiriyor ve konuşmalarının sonunda enkazların önüne karanfil bırakıyor.

Fincancı, deprem nedeniyle sahada tespit edip ilettikleri bazı sorunlara ilişkin kamu otoritesinin adım attığını belirtirken, birçok soruna ise henüz el atılmadığını “O kadar büyük bir yıkım vardı ve o kamu otoritesi kadar geride kaldı ki tutum alamadı. Biz zorunlu olarak sağlık hizmeti sunmak için çaba göstermeye çalıştık” sözleriyle depremin ilk günlerini anlatmaya başlıyor.

Revirler kurduk, kadın sağlığı merkezleri oluşturduk. Gebe takibi yapılmadığı için gebe takibini yapabileceğimiz koşulları oluşturmaya gayret ettik. Halen de devam ediyoruz. Ancak asıl işimizi de ihmal etmedik. Rapor ekiplerimiz var. Özellikle halk sağlığı açısından çalışan arkadaşlarımız olağan dışı durumlarda sağlık hizmeti kolumuz var. 30 yıldır bu kolda emek veren arkadaşlarımı var. Onların koordinasyonuyla sürekli sahada gözleme yapıyoruz.

Deprem nedeniyle yıkılan hastanelere dikkat çeken Fincancı, Elazığ'dan Diyarbakır'a geldiğini söylüyor ve orada sağlık emekçilerinden aldığı son bilgileri paylaşıyor:

Elazığ yıkımı çok fazla yaşamamış, hastaneleri sağlam olan bir il. Meslektaşlarımızla konuştuğumuzda şunu fark ettik; bu mevsimde acil nöbetlerinde olması gereken hasta sayısının 2 katı kadar hasta başvurusu alınmış ve almaya devam ediyorlar. Yani hastanelerin sağlam olduğu bu illere ciddi bir göç yaşandı. Hala deprem bölgesinde ağır hasarlı yerlerde olanlardan da sevk edilenler oluyor.

Burada acı olan şu ki en fazla sağlam kalması gereken yerlerde çok büyük bir yıkım yaşandı. Hastaneler, aile sağlığı merkezleri yıkıldı. Hatay’da Dörtyol Devlet Hastanesi dışında ayakta hastane yok örneğin. Ne yazık ki ikinci basamak sağlık hizmeti sunabilecek bir hastane olmadığı için de çadırlarda alan hastanelerinde; birinci basamak işte acil durumlarda müdahale ve geri kalanları da sevk yaşanıyor.

Elazığ, Malatya, Adana, Mersin gibi illerdeki hastanelerde hem göç hem de sevkler nedeniyle ciddi bir yoğunluk yaşandığını ifade Fincancı, bu durumun da artık tükenme noktasına doğru sürüklendiğini belirtiyor ve şöyle ekliyor:

Biz gönüllü hekimleri ile depremzede hekimleri yer değiştirin. Depremzede hekimleri geri çekin onların sahada çalışması uygun değil dedik depremin ilk gününden beri. Ancak 3-4 gün boyunca yaptığımız yazışmalar ve telefonlar sonrası kabul ettiler. Fakat orda da ciddi bir organizasyonsuzluğu görüyoruz. İhtiyaç olan yerlerde hekim yokken, ihtiyaç olmayan yerlerde hekimler bekliyorlar. Örneğin bir meslektaşımız birinci basamak hekimi yani aile hekimi ama Adana Şehir Hastanesi aciline görevlendirilmiş. Böyle çok uygun olmayan görevlendirmeler oluyor. Düzene girmesiyle ilgili sıkıntı var.

Aslında kamu otoritesi ciddi bir koordinasyon eksikliği ile bizi karşı karşıya bıraktı. Depremden çok, deprem sonrası müdahale edebileceğimiz koşulların oluşturulmasında tek elden bir yönetim iddiası. Ama yönetememe haliyle karşı karşıya kaldık. Ve bu yöneteme halini biz küresel salgın sürecinde yani Covid-19 sürücünde de yaşamıştık zaten. Artık buna yönetememe mi? Yoksa bilerek isteyerek yönetmememi? diye soru sorma ihtiyacı ortaya çıkıyor kaçınılmaz olarak.

Koordinasyonsuzluğun sorunları katmerleştirdiğini kaydeden Fincancı, yaşanan sorunların henüz çözüme kavuşmadığını şu sözlerle dile getiriyor:

‘Devlet sınıfta kaldı bütün kurumlarıyla organizasyonlarıyla’ ifadesi kullanılıyor. Özellikle Adıyaman ve Hatay'da devlet, kolluğu ile tüm gücüyle orada şaşırtıcı bir şekilde. Korucuları dahil etmişler. Hatay'da koruculardan özel hareket çalışanlarından oluşan bir kalabalık var uzun namlulu silahlar var. Zırhlı araçlar var. Ama çadır yok, su yok. Temizliğe ulaşabilme olanağından yoksun insanlar. Bakın bir ayı geçecek hala şebeke suyu bağlanmış değil geçici yerleşim alanlarına. Taşıma su ile halletmeye çalışıyorlar. Yeteri sayıda banyo kurulmuş değil. Yeteri sayıda tuvalet kurulmuş değil. Üstelik bunların her birine ilişkin bilgi notlarımızı daha ilk günden Sağlık Bakanlığı’yla da paylaştık. Geçici yerleşim alanları nasıl olmalı? Neler yerleştirilmeli? Bunları ifade ettik ama bunların hiçbiri olmadı.

Uzun bir süre elektrik dahi yoktu. Jeneratörlerin daha ilk günden devreye girmediği bir ortamla karşı karşıya kaldık. Hastaneler zarar gördü. Elektrikler kesildikçe jeneratörler devreye girmediği için yoğun bakımda olan hastalar çaresiz kaldı. Bütün bunlarla aslında başa çıkabilecek bir organizasyonel yapının olması gerekiyor. Ama karar verici tek olunca ve koordinasyon tüm toplum bileşenleri ile yürütülmeyince ortaya çıkan tablo… Hiçbir yere yetemeyen, insanları aç açıkta bırakan bir tabloyla bizi baş başa bırakıyor.

Yaralılara tetanos aşısı yapılması gerekiyordu. Ama tetanos aşısı yoktu. Çok sonradan ulaştırıldı. Zaten alanda eksik olan pek çok aşının yine eksikliğini yaşadık. Enkaz altında kalmış insanların raporlu ilaçları vardı. Ama enkazdan çıkaramamışlardı. Sosyal güvenlik kurumuna uyarıda bulunmamız gerekti ve ‘raporlu ilacı olanların ilaçlarını yeniden temin edin, enkaz altında kaldı kabul edin’ uyarısında bulunduk. Zaten devlet dediğimiz organizasyon, bunun için var. Ama devlet adını verdiğimiz bir organizasyonsuzlukla karşı karşıyayız. Sadece güvenlikçi perspektifi var. En fazla enkaz altında kalmaması gereken sağlık sistemi gerçekten enkaz altında kaldı Türkiye'de ne yazık ki.

Depremzelerin içinde bulunduğu koşulların hastalıkları da beraberinde getirdiğine vurgu yapan Fincancı, deprem sonrası baş gösteren hastalıkları şöyle sıralıyor:

Başlangıçta özellikle o dönemde hava çok soğuk olduğu için üst solunum yolu enfeksiyonlarıyla karşı karşılaştık. Şimdi özellikle temizliğe erişim ile ilgili sorun olduğu için, su yetersiz olduğu için uyuz ve bitlenmelerde artış var. Kadınlarda idrar yolu iltihaplanmaları var. İlk günler kadınların tuvalette erişim olmadığı için özellikle gebelerde düşük tehditleri düşüklerle karşılaştık. Çünkü uygun olmayan koşullarda tuvalet yoktu ve onlar özellikle kendilerini tutuyorlar, sıkıyorlar tuvalete gitmemek için.

Çocuklar da yine bulaşıcı hastalık riski var. Son dönemlerde biliyorsunuz bir aşı karşılıklı bu post modern çağın hakikat ötesi çağın getirdiği bir aşı karşıtlığı yaklaşımı. Zaten çocukluk çağ aşılarında eksikler vardı. Özellikle bu kadar yakın bir arada ve kalabalık yaşadıklarında kızamığın endemik olmaktan epidemik olmaya doğru gidiş gösterdiğini unutmamak gerekiyor. Şimdi iklim koşulları gereği kolera ve benzeri salgın hastalıkları henüz görmedik. Ama havalar ısınıyor. Susuzluk böyle devam ederse bu tür salgınlarla da karşı karşıya kalacağımızı unutmamak gerekiyor.

Sahada yapılan gözlemlerde deprem sonrası atılan yalnış adımların ileriki dönemler için risk oluşturduğuna dikkat çeken Fincancı, geçici yerleşim yerlerinin yangın tehlikesi göz önüne alınarak kurulmadığını söylüyor.

Uygun olmayan şekilde geçici yerleşim yerleri yani çadırlar yerleştirilmiş. Alanın darlığı nedeniyle yangınlarla karşılaşma riskimiz var o yüzden mesafeli olması gerektiğini ifade etmiştik. Ancak alanın dar olduğunu ifade edildi ve böyle yakın çadırlar kuruldu.

Deprem sonrası başlayan enkaz çalışmalarına ilişkin de uyarıda bulunan Fincancı, asbest gibi zehirli maddelerinin insan sağlığı üzerinde ilerde kalıcı etki bırakacağının altını çiziyor ve şöyle ekliyor:

Bakın bir ay geçti daha yeni enkazlar kaldırılıyor. Hala enkazların kaldırılmadığı yerler var, özellikle Hatay ve Adıyaman'da yıkım çok büyük olduğu için. Enkazlar kaldırılıyor ama sulama yapılmadan enkazlar kaldırılıyor. Enkaz kaldıranların yanı sıra yakın çevrede olanların mutlaka yüksek koruyucu maske takması gerekiyor. Maske tek başına yeterli değil. Altına cerrahi maske üstüne yüksek koruyucu ffp1, ffp2 ve ffp3 türü maskeler bunların da üzerine motosiklet sürücülerinin taktığı baklavalı maske takılmalı. Çünkü çok fazla toz var. Sadece toz değil asbest gibi ciddi zehirli bir takım etkenler var o enkazlardan açığa çıkan. Be bunların sonraki yıllarda kalıcı etkileri olacak.

Enkazdan çıkan molazların döküldüğü alanların iyi seçilmesi gerektine vurgu yapan Fincancı, zararlı olabilecek maddlerin tarım alanlarından uzak tutulması gerektiğini şöyle açıklıyor:

Özellikle zehirli, zararlı etkenlerin ayrıştırılması gerekiyor. Onların zarar vermeyecek şekilde gömülmesi gerekiyor. Ama böyle olmadığını görüyoruz. Bir geçici yaşam alanı var yani çadır alanı var hemen yanına moloz dökülüyor. Malatya'da birkaç köyün bir arada olduğu bir alanı seçmişler molozları dökmek için. Orası tarım alanı ve artık tarım alanı olarak kullanılmayacak. Yani bugünden yarınımızı ipotek altına alan bir takım yaklaşımlar var.

Editör: Ali Abbas Yılmaz