“Benim payıma düşen bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür ” Füruğ Ferruhzad Benim payıma ise sen düşsün istiyorum. Sen gökyüzüsün İnsana nefes verirsin Bana nefes olursun... Şehirler ölü şehirler doğruyor. Yokluğun da varlığın da burası gibi gökyüzü gibi bir var bir yok... Burası hem vardı, hem yoktu. Bir varmış bir yokmuş... Aşk gibi... Bazen var idi ,bazen de yoğ idi dev bir kültür Merkezi idi... Kadın iş mi arıyorsunuz tabelasını görmüş hemen içeri girmişti... Ona kalsa o da Forbes'in balo ve eğlence gecelerinde gününü gün etmek ister elbet. Lakin açlık ve sürecek gibi görünüyordu o ve onun gibi susanlar  için ilelebet... İki gündür ağzına tek lokma alamamış İzmir  Büyükşehirden belki Forbes'te ya da  belki bir bahçede, bir tarlada iş bulurum umuduyla gelmiş...İş için çalmadığı kapı kalmamıştı...Kapılar çok sert hatta insafsızca yüzüne kapanmıştı...Çoğu yerde ise muhatap bile alınmıyor insan yerine  konulmuyordu..... Korkmuş ve ürkmüş bir vaziyette gördüğü kişiye: –"Ben ben ben ben iş arıyorum efendim." Güvenlikçi: –"Efendim, hoş geldiniz az son sonra iş başvurusu için gerekli arkadaşlarımız size eşlik edecek ve yardımcı olacaklardır..." Sonra iki hanımefendi geldi. Güler yüzle: –" Efendim hoş geldiniz ve  bizi takip ediniz lütfen ,iş başvurusu için...." Bir odaya, mavi oda, girdiler dev bir lokantaydı, bütün masalar doluydu. Herkes mutluydu. Kimi çay içiyor kimi yemek yiyordu... Her şey muazzam dizayn edilmiş... Hoparlörden Zeki Müren, "Sana Muhtacım" şarkısı çalıyordu... Mutluluk kokan bu şarkısız mutluluk olmazdı zaten. Louıs Aragon dinlemiş olsaydı elbet " Mutlu Aşk Yoktur." gibi laflar etmezdi ve Alisa'nın gözlerine takılıp kalmazdı... Önce çay geldi, bir çay içti; çünkü çay onun varlığının en önemli kanıtıydı... Sonra yemeği geldi. Yemek yedikten sonra ise başka bir odaya geçtiler. Yorgun gri hiçlik odası... Nesnesiz bir aşk dünyası gibiydi. Hiçbir nesne yoktu sadece aynalar vardı... Ahhh olmayan gerçekliği yüzümüze işer gibi çarpan aynalar...Kırk yıllık yüzümüze dost gülüşler atan arkamızdan bizi gülüşlerinde kırk kez yıkar gibi  asan aynalar... Kırk yıllık hatırı var, enişte suratlı kırmızı bar, acı biber kahve geldi... Kadın aslında ben çay diyecek, oldu demeden; hemen kahveyi kaldırdılar çay getirdiler yerine... Hem de yanında en sevdiği şey limon ve bir tabak karpuz çekirdeği ile...Burası leb denilmeden leblebinim bilindiği üst düzey teknoloji ile insan düşüncesinin sanki okunduğu bir yerdi... Çayını içtikten sonra kırmızı odaya geçti. Esmer kadın sadece gülümsüyor, sarışın olanı ise tekrar konuştu: – Efendim, az sonra bizim büyük patron gelecek ve size birkaç soru soracak. Lütfen sorulara verilen doğru  cevaplara gereken hassasiyeti göstermenizi rica ediyoruz..." Kadın iyice telaşlandı, eller ayakları titremeye ve kaygıları artmaya başladı. Ya işe alınmazsam küçük çocuklarım ne yapacak diye düşünmeye başladı karalar bağladığı yüreğiyle... Kocası tarafından bir gece yarısı kapıya konulduğundan beri neredeyse iş arıyordu ve çöplüklerden geçiniyordu...Her şeye rağmen rızkı veren hüdadır deyip ömrü boyunca bir Elif misali dimdik durmuştu... Kırmızı odada kendisi gibi onlarca insan vardı çoğunluğu kadın olan... Kısa boylu, kel kafalı tatlı mı tatlı büyük patron geldi... Gülümseyerek kadına baktı ve: –"Merhabalar efendim, hoş geldiniz." dedikten sonra kadının önüne bir kâğıt uzattı doldurmasını rica etti kadından... Sonra ağır gri sözcüklerle konuşmaya devam etti: –"Nasılsınız Hanımefendi, İyi misiniz? En sevdiğiniz şey ne? Nasıl bir dünya istiyorsunuz?" gibi birkaç soru sordu ve kadına teşekkür edip çıktı... Az sonra hafif peltek ve mutluluk kokan cümlelerle konuşan esmer Polyanna hanımefendi geldi ve kadına sevinçle: –"Ekmek Hatun, Ekmek Hatun ,müjdemi isterim!!! İş talebiniz kabul edilmiş, uygun görülmüştür. Efendim isterseniz şimdi, yani bugünden işe başlayabilirsiniz... İsterseniz de yarından başlayabilirsiniz... Yeşil odadaki vezneyi geçin maaş avansınızı da alabilirsiniz..." Kadın sevinçten ağlıyordu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ben bugün başlayayım o zaman, zar zor diyebildi... Sonra kadını alıp uzun bir koridordan geçirdikten sonra... Dev bir örümceğe benzeyen ve bütün Söke'ye burnu bir karış havadan bakan camların ardındaki fıstık yeşili dev odaya aldılar. Milyonlarca kitabın olduğu dev bir kütüphane idi... Bir sandalyeye oturttular. Kafasına müzik dinleyebileceği bir uzaylı kaskını andıran bir cihaz geçirdiler... Önüne İnsan ne ile Yaşar, Dönüşüm, Sevme sanatı, Mesnevi'den Seçme Hikayeler adlı kitapları koydular... Kitapların başını bir annenin çocuğunu başını okşadığı şefkat ve merhametle okşarken esmer Polyanna: –"Efendim işiniz bu.  Günde altı saat çalışacaksınız... " Kadın şaşkınlıktan ölecekti: –"Nasıl yani ??? Bu mu iş, şimdi; yoksa siz dalga mı geçiyorsunuz... Ama siz avans bile verdiniz!!!" Esmer Polyanna: –Estağfurullah efendim... Olur mu hiç öyle şey? İşimiz günde insanca bir saat süresince çalışmak ve bütün sadece altı saat kitap okumak, Kitap okurken de müzik dinlemek. Üstelik kitap okurken de her türlü sıcak soğuk ikramımız da şirketimizden... Giriş saatiniz, altı. Çıkış saatiniz ise sevdiklerinize zaman ayırmanız ve ailenizle geçirmeniz için   on iki...İşiniz esnasında son derece zevkle ,heyecanla yani ciddi bir şekilde kitap okumanız gerekiyor...Spor tesislerimizden, sanat kulüplerimizden istediğiniz kadar ücretsiz bir şekilde  istifade edebilirsiniz... Sabah kahvaltınız ve öğle yemekleriniz de  şirketimizden...Ayrıca 0/6 yaş arası çocuklarınız için çocukları insanlığa hazırlama kulübümüz de  mevcut....... Kütüphanede aynı anda tam 500 kişi vardı ve herkes işini yapıyordu zevkle... Herkes mutluydu Mutlu Aşk Yoktur diyen Aragon'a inat... Buraya başvuran herkes işe alınıyordu; çünkü herkes kitap okuyabilir ve müzik dinleyebilirdi. Yani herkesin yapabileceği bir işti... Üstelik okumuş yetiştirilmiş her insan topluma büyük hizmetler sağlayabilirdi... Şairler ve tiyatrocular müzisyenler yetiştirmek ive işsizlere iş imkanı sağlamak için Kaymakam Taha Bey Belediye başkanı Selim Bey şehrin, tiyatrocuları şairleri, yazarları, tüm sanatçılarıyla ile omuz omuza verip Söke'de böyle bir hizmet sağlamışlardı. Bir adam bir şehri bir ülkeyi hatta dünyayı sanatçıları da yanına alıp değiştirmeye talip oluyordu... Düşünsenize her sene ortalama on yaşında olan beş yüz sanatçı yetiştirirseniz, on sene sonra bu şehirde beş bin sanatçı yetişmiş olacak yirmi yaşlarında... İşte o zaman görün şehrin ve memleketin halindeki değişim ve gelişim farkını. O şehirde ve ülkede çeteler kumpasçılar zehir tacirleri ve faşistler asla iktidar olamayacak bir daha, derdi hep Kaymakam Taha Bey... Çocuklara çok değer veriyorlardı çünkü büyüklerin beyni hep sabit ve at gözlüklüydü... Hayalet Beyin Ruh kültür Merkezinin girişine de Kemalpaşalıların şehirden bile görebileceği bir şekilde, Abdurrahim Karakoç'un şiirini asmışlardı...... Gölgesinde otur amma Yaprak senden incinmesin. Temizlen de gir mezara Toprak senden incinmesin. Yollar uzun, yollar ince Yol kısalır aşk gelince Yat kurban ol İsmail’ce Bıçak senden incinmesin. Buradayım de ararlarsa Doğru söyle sorarlarsa Tabutuna sararlarsa Bayrak senden incinmesin. İl göçsün göçtüğün vakit Yol yansın geçtiğin vakit Suyundan içtiğin vakit Kaynak senden incinmesin. Toz konmasın sakın sana Hakkı geçer halkın sana Gücenmesin yakın sana Uzak senden incinmesin.......