Her tarafa ‘Milena’ yazdım, yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük bir coşku ile bunu herkese göstermek istiyorum…

Kafka

Gel Kafka ile Milena gibi olalım senle.. Sen Hristiyan ol ben Yahudi olayım. Yahut sen Türk ol , ben Kürt olayım; ama ayrılmaz olalım...Mutluluğa düşman olmayalım..

Ayrılık da hasret bize düşman. O yüzden hiç sevmem de  ve ki bağlacını. Kahrolsun bütün bağlaçlar. De eki gibi hep bitişik yazılalım, korkmayalım!

 Zaten Kafka'nın DAVA'sı da boş değil miydi sınır ötesi sevişenler için. Ve korkma, sevgilim!  İnsanlık onuru elbet ayrılık sevdalısı bütün bağlaçları bitişik yazıla yazıla yenecek..

Her yere Leyla yazalım hiçbiri yeri unutmadan ve 6 ay boyunca nasılsa mutluluğa dört gün sadece izin veriyorlar ya.

Sonra mesela bir sincap gibi olalım. 1150 odalı bir ŞATO'nun herhangi bir odasında kaybolacak olsak bile yine de birbirimizi bulalım ve sadece biz YARGI'layalım ikimizi. Ve bizi bir ceviz misali sevgiyle aşkla, saklayan sincap olmanın hafifliğini yaşayalım...

Süt içmekten de korkmayalım.

Mesela bir dolap gibi mutlu olalım yatak odasında.  Seni en son gören dolap. Ve düşünüp durayım bir dolap kadar mutlu olamadığım dünyayı neyleyeyim?

Aşk kalbime bir hançer değil, yahut sırtıma bir bıçak olmasın yoksa; korkarım süt içmekten Kafka gibi...

Ben ki İzmir'de Saat Kulesin de bir AÇLIK SANATÇISI ve Batman 'da bir kadın intiharı GÖZlEM'cisiyim.

Sanatım da saatim de hep senli  açılara ve açlara bir yolculuk.. Yoksa o anne sütü de beslenen şiirim kirlenmez mi? Ya annem şiirimi helal etmiyorum dese sana...

Kendimi  sende öldürme arzusuna direniyorum sırf senin için biliyor musun... Sen varsın diye yaşamak güzel sevgilim...

"O durursa ben de dururum bu benim yaşamam biçimim." diyordu ya kafka yanlış söylemiş; yahut eksik.. Sen benim yaşama nedenim, sen varoldukça ben de varım bu hayatta ve hiçbir kutuya tamah etmiyorum.. Ölüm var diyorum ve üç el üç kez seninle nişanlanmak ve sonra üç kez seninle yeniden evlenmek istiyorum.. Yine sen yine sen, yine sen...Bir kuru ekmeğe düğün yapsak bile..

Ya yazacaktım ya da ölecektim bense seni tercih ettim. Kalemim yazarın aleti değil organı deyip  o  yazmayı seçti korkuları bir kenara bırakıp.. Ben de ya seni göreceğim ya da öleceğim.. Hayat senin uğruna feda edilirse güzel. Ben seni seçtim seni görmeyi.. uzaktan da olsa gizli gizli seni izlemeyi. Ahh o dişler o gülüşün ,o saçların, o burnun. Uğruna ölümlere gidip geldiğim...Aşk en güzel Bodrum'da yaşanır güzelim!

Sana, gerçeği kimseye açıklayamadığım biçimde hem senin hem de benim iyiliğin için açıklayabilirim  güzelim Kafka gibi. Hem de seninle kafa kol ilişkisine de girmeden...Bir kalp DEĞİŞİMİ ameliyatında ben sana dönüşürken. Bırak bütün Gregor Samsa'lar dönüşsün böceklere sen bana  dönüşürken, amannn sabahlar olmasın....

İnsan bazen yaşadığı şehre yabancı olmak istiyor. Ya da yaşadığı şehrin kendisine yabancı olmasını. Selamsız yürüyebileceği yollara ihtiyaç duyuyor. Kaf dağı arasında Kafkalar, düşlerden düştüğüm  düşler, çin ve cin ortaklığı korkular ,Müslüm Babadan jilet misali mitolijier biriktirdim sana dair, Milena'm sevgilim..

Acı çekme üzerine inançlar dinler ve afyonlar arası bir yerdeyim...Ne ben varım ne de sen.. Bir ses.. ve sen.. Varsın ya... Bize saldıranın atına mı binip süreceğiz şimdi hayallerimizi bir deniz kenarına. Yolsa bekleyip akılla kavga mı edeceğiz... Üçüncü ihtimal sevişmek yok mu peki...Aşk en güzel Bodrum'da yaşanır güzelim Milena; ama ne yapsın garibim Kafka bilemedi bunu. O saray o şato yıkılmaz zannetti değişime de dönüşüme de karşı durdu hep sırf bu yüzden. Kim bilir Yılmaz Güney'i tanısaydı; yahut Ahmet Kaya ile muhabbet etseydi ne olurdu bilemem ama bu kadar iyi yazamayacağı kesin bir gerçeğin sureti sırat köprüsü...

Ya da en iyisi Milena'ya mektuplardan notlar bırakayım sana güzel ve mavi gözlerin kadar güzel.

Ve sonra bırak, yıkılsın bütün korkular

Saraylar

Yıkılsın saltanatlar ve ben daha demincek sana mektuplar yazayım, telgraflar çekeyim; telgrafın tellerine kuşlar mı kondu?

Yetmez bir de ben FELİCEYE MEKTUPLAR ardından MİLENA'YA MEKTUPLAR yazayım sana...

"Bu mektup trafiği durmalı artık Milena, bizi çılgına çeviriyor, insan ne yazdığını, neye cevap vereceğini bilmiyor ve her durumda kaygılı oluyor. Çekçeni çok iyi anlıyorum, gülüşünü de duyuyorum, ama mektuplarında söz ile gülüş arasında gidip geliyorum, sonra sadece bir sözcük duyuyorum, bu sözcük ayrıca benim tabiatım: Korku.

Gerçeği söylemek zordur, çünkü, her ne kadar sadece bir tane olsa da canlıdır gerçek; ve bu yüzden de canlı ve sürekli değişen bir çehresi vardır.

Yürürken gücümün son sınırına kadar gelmemiştim hiç (ama düşünürken hep gelirdim).

Evet, seni seviyorum aptal; bir deniz, dibindeki bir çakıl taşını nasıl severse, benim aşkım da seni öyle kaplıyor ve Tanrı izin verirse, seninle birlikte tekrar çakıl taşı oluyorum. Bütün dünyayı seviyorum, senin sol omzun da dahil buna, hayır, önce sağ omzundu, böylece onu her istediğimde öpüyorum (sen de bluzunu öpeceğim yerden biraz aşağı çekecek kadar iyisin).

Dün gece seni rüyamda gördüm. Hayalet gibiydin, tebeşirle karanlığa çizilmiştin sanki.

Bazen insanların 'neşe' kavramını nasıl bulduklarını anlayamıyorum. Herhalde sadece üzüntünün karşıt anlamlısı olarak üretmişler. 

Bugün bir Viyana haritasına baktım, senin sadece bir odaya ihtiyacın varken, bu kadar büyük bir şehir inşa edilmiş olması bana bir an için akıl almaz geldi.

'Şimdiye kadar sana dostça davrandım ama artık bunu bırakıyorum ve çekip gidiyorum' demiş olsaydın da hiç şaşırmayacaktım. Şaşırtıcı şeyler de vardır, ama bu en az şaşırtıcı olanı; mesela her sabah yataktan kalkmak çok daha şaşırtıcı."