Kültür; tanım itibari ile yaratılan değerlerin toplamıdır. Bu değerler: yollar, köprüler, okullar, camiler, kiliseler, tarım ve araçları, üniversiteler, tiyatrolar, sinemalar, hayvancılık, mühendislik, doktorluk, iktisat, hukuk, felsefe, müzik, bunlarla ilgili araçlar, heykeltıraşlar, balerin, spor müsabakaları, folklor, estetik, moda, mankenlik, teknoloji, uzay araçları, telefon, t.v. ve binlerce şey. Bu anlamda, ne kadar değer o kadar kültür oluşturur. Bir değer yaratan toplumlar bir değer katkılı kültüre sahip olur. Yarattığı değer sayısı ve yoğunluğu artıkça değer bileşenleri kültürel düzeyi üst boyutlara taşır. Bu anlamda değer yaratma sayısı az olan toplumlar ile değer yaratmayı yasaklayan siyasal sistemler (dini veya milli çıkarlar gerekçeleri ile) kültürün doğal gelişme ve zenginleşme boyutunu sakatlar. Doğal süreci yaşayan toplumların gerisine düşerler. Geriye düşme; kendinden daha ileri boyutta olan toplumlardan soyutlanır, dışlanır, yabancılaşır, ötekileşir, entegrasyon sorununu yaşar.

Bu tanımlanmanın ışığında, coğrafi, cinsiyete dayalı ve ırksal kültür yoktur. Kültür tek boyutlu ve evrenseldir. Kültürlerarası fark yoktur. Çok bileşenli ve az bileşenli kültürler vardır. Az bileşenler çok bileşenlerin alt kümesidir. Çok birleşen az birleşeni kapsar ve az bileşenlerin özelliklerini ortak özellik olarak içinde taşır. Bir toplum, değer yaratarak çağı yakalayan kültüre ulaşır. Başka ülke ve toplumların yarattığı değerleri alıp kullanmak, çağdaş kültürel değerleri sakatlar. Ve alt kültür karakterinden kurtulamaz. Peki, her toplum değer kazanma yeteneğine sahip midir? Maalesef! Toplumların değer yaratmaları için, bağımsız bir devlet ve evrensel hukukun hâkim kılındığı bir siyasal sisteme sahip olmalı. Bu iki bileşene sahip olmayan toplumsal coğrafyaların değer yaratma ehliyetleri ellerinden alınır. Ehliyetsiz toplumun kendi durumunu kanıksamalarının üç bileşeni egemen kılınır. Bunlar; kaderci ideoloji, şiddete dayalı militer baskı, hukuksuz keyfi yönetim. Bu coğrafya toplumları, 14. yy kültürüne hem mahkûm hale getirilir, hem de eski yüz yılların kültürünün onlara aitmiş algısını benimsetir. Hatta daha ileri derecede, eskimiş kültüre özendirir. Gericiliğin kaldırım taşları, eskiyi özendirme, mevcudu benimsetme, ileriyi tehlikeli göstermedir. Gelişen toplumların sanayileşme ve aydınlanmalarına denk düşen kültürü ise lanetler boyuta taşır. Önerme şöyle olur; teknoloji ve bilimini alalım, ama kültürlerini almayalım. Kültürün; sanayileşme ve aydınlanmanın üst yapısı olduğu bir yansıma bilincinden yoksun bırakılır.

Sonuç olarak: Hangi aşamada olursa olsun, her yaratılan değer ve yansıması olan kültür değerlidir. Geri kalmış toplumların kültür ve yarattıkları değerler, hakir görülmemelidir. Kültürün, toplumları ayakta tutan bir enerjik güç olduğu, akıldan çıkarılmamalıdır. En ileri olan toplumlar, en geri toplumların bulunduğu yerden zirveye yükseldiği, aynı aşamalardan geçtiği, akıldan çıkarılmamalıdır.  Her kültürel ve gelişkinlik düzeyi, siyasal sistemlerin toplumlara bir dayatmasıdır.