Ali Abbas Yılmaz/ÖZEL

Dilbilimci, yazar ve çevirmen Mustafa Aydoğan ile çeviri üzerine yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde şiir ve şiir çevirisinin incelikleri, şair ve yazar Metin Aydın’ın şiirlerinin çevrildiği Lalistan’ın çeviri aşamaları ve Kürt yazın dünyasına etkilerini konuştuk.

Dilbilimci, yazar ve çevirmen Mustafa Aydoğan ile çevirinin önemi, incelikleri, zorlukları, ana dilde yazmanın önemi ve çevirdiği kitaplar üzerine gerçekleştirdiğimiz keyifli ve hacimli söyleşiyi bölümler halinde okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.

Yazdığı birçok kitabın yanı sıra, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Orhan Pamuk, Ahmet Altan gibi kendi dallarında ünlü olan yazarların kitaplarını Kürtçeye çeviren dilbilimci, yazar ve çevirmen Mustafa Aydoğan, Metin Aydın'ın "üryan" şiir kitabı ve "kavledilmiş şiirler" isimli şiir dosyasındaki şiirlerini de "lalistan" adıyla Kürtçeye çevirdi. Türkçe yazan Kürt yazarlara Kürtçeye duyarlılık çağrısında bulunan Aydoğan ile çeviri, çevirinin zorlukları, çevirdiği kitaplar, çevirinin dilin gelişimine katkısı, ana dilde yazmanın önemi, kendi dilinde yazmayan Kürt yazarların handikapları, çift dilli yazarların yanı sıra, başka dilde “misafir” olan yazarlar, diller arası etkileşim, şiir çevirisinin incelikleri üzerine sohbet ettik.

Çeviri dünyasının “kara deliği”: Şiir çevirisi

Ali Abbas Yılmaz: Sur Ajans’ta da haberi yayınlanan Lalistan adlı çeviriniz kitap tanıtımı, sosyal medyaya yansıyan tepkiler, toplantılar ve eleştiri yazıları ilgiyle tartışılmayı ve gündemde kalmayı sürdürüyor. Lalistan çevirisiyle ilgili olarak daha önce yapıp ajansımızda yayımladığımıza benzer konuları da içeren, ancak daha kapsamlı bir söyleşi yapmak istiyoruz. İsterseniz şiir ve şiir çevirisini konuşmakla başlayalım söyleşimize. Ne dersiniz?

Mustafa Aydoğan: Şiir ve şiir çevirisinden başlayayım öyleyse...

Lalistan’ın önsözünde de yazıldığı gibi, şiir, uçsuz bucaksız aşkları, özlemleri, hüzünleri, insana dair tanımlanması çok güç olan nice duygu ve düşünceyi mısralara sığdırabilme sanatıdır. Şairin ise sığınağı olabildiği gibi kalesidir de aynı zamanda... Ve şiir insanlara verilebilecek en güzel hediyelerden biridir.  İnsanın ruhuna dokunan dizelerde aşk, heyecan, duygu ve düşüncelerin seslerle, renklerle, halaya durduğu bir edebi türden söz ediyorum.

Ancak ortaya çıkışından beri insanları derinden etkileyen, ruhuna dokunan kendine özgü dili, yapısı ve biçimi olan şiirin, çevirmeni en çok uğraştıran tür olduğu da biliniyor. Evet, şiirin kendine özgü bir dili var. Hani “Bir dil vardır dilden içeri” diyorlar ya, işte böyle bir şey. “Dilden içeri olan dili” çeviri edimi olan şiir çevirisi de bu nedenle edebi türler arasında en güç olanıdır. Şiir çevirisinin çeviri dünyasının “kara deliği” olarak da adlandırılması boşuna olmasa gerek.

‘Ana diliyle mesafeli olanlarla yapılan düzeyli ve yapıcı bir tartışma…’

Ali Abbas Yılmaz: Neden Lalistan? Çeviririrken neler hissettiniz?

Mustafa Aydoğan: “Masalına mezar olmuş bütün çocuklara” ithaf edilen Lalistan; coğrafyamıza özgü renklerin, acıların, korkuların, ölümün soğuk nefesini ensede hissetmenin, isyanların, güzelliklerin, aşkların, özlemlerin ve de umutların dil ve kurgu dengesine sırtını dayamış, çağına tanıklık eden dizelere sıra dışı bir biçemle ustalıkla işlendiği, sese ve imgeye yüklenmiş çığlıklarla, feryatlarla; sözün ve yazının kanatlarına bindirilmiş duygularla, hayallerle toplumsal hafızamızı tazeleyerek güçlendiren koca bir toplumun trajedisi olduğu için... Yaşananlar karşısında şiire sığınan, şiir evreninde yaşama tutunmaya çalışıp bilenerek zengin bir söz varlığından beslenen yaratıcı bir dille yüreğimize dokunan bir kalemin tanıklığı olduğu için... Bir yandan “duysun insanlık!” diyerek “Ferînaz kadınlar”ın “şaha kalkmış kentler” doğurduğunun haykırıldığı, çocuklar ölürken de “ahkâm kesen leş yiyicilere” olan tepkinin “geberin emi! geberinnn!” biçiminde dile getirildiği ve insanoğluna “bak ölüyor kardeşlerin / öldürülüyorlar zebanice” denildikten sonra “yezidilerin öldüğü her yerde biz ölelim” çığlıklarının atıldığı, öte yandan yari anlatmak için şairin kelimelerle dilini dövdüğü, “su diye de” (yarin) sesini yüzüne serptiği, şiirin ölü doğmaması için sözcüklerin kınından çekilmesi gerektiğinin feryadının basıldığı, tek tek cenge tutuşması istenen dizelerle söylem olanaklarının zorlandığı, sınırlarının geliştirildiği, bildik bir coğrafyayla kurulan ilişkinin özgün bir biçemle, imgelerin estetikle izdivacı sağlanarak şiire taşındığı, ama her dizesinde şairin ana diliyle arasındaki mesafenin burukluğu ve mahzunluğu da hissedilen, ancak Kürtçeye çevirisiyle ana diliyle olan mesafesini kısaltma olanağı sunulan belli bir amaçla ve severek çevirdiğim bir eser olarak değerlendiriyorum Lalistan’ı. Bu çevirinin aynı zamanda “zıvanadan çıkmış” merhametin “iki ucu keskin bıçak” gibi betimlendiği, “serde kürtlük” olduğu için “zor dikiş tutar” denilen bir yara ve “ustura ağzı kadar” bileylenen öfkeyle “çığlığında mahsur kaldığımız kürt kapanında” bile “kötülüğün nedamet getireceği günler yakın / üryan yelken açacağız yeni hayatlara” diyerek çaresizlik, öfke, haykırışla birlikte güçlü bir aşk ve inançla isyan eden ve sorgulayan dizelerden bize gülümseyen umudu elden bırakmadığının yanı sıra, ana dilimizle ilgili bir tartışmayı, özellikle de ana diliyle mesafeli olanlarla yapılan düzeyli ve yapıcı bir tartışmayı yeniden gündemleştirmeye katkı sunabildiği için de sevinçli olduğumu ifade etmek istiyorum.

Çeviride 3 temel aşama

Ali Abbas Yılmaz: Lalistan çevirisi hangi aşamalardan geçerek hazır hâle geldi?

Mustafa Aydoğan: Çeviriler genelde ön okumalarla başlayıp son okumayla nokta konulan uzun bir çalışma sürecinin ürünü olarak ortaya çıkarlar. Yani kaynak dildeki metnin analiz edilip anlaşılmasından erek dilde metin üretimine kadar uzanan anlama ve anlatma konulu çok boyutlu bir süreç. Diller arası iletişimi olanaklı kılan, kültürler arası arabulucu bir işlevi de olan bir süreçten söz ediyorum. Çeviri konusunda genel olarak üç temel aşamadan söz edilir. Lalistan’ın çevirisinde de bu üç temel aşamanın yaşandığını belirtmek istiyorum. Ancak ara aşamalarla ve çeviri alanında edinilen deneyimler ve kimi yöntemlerle söz konusu temel aşamalar desteklenerek kaliteli bir çevirinin koşulları daha bir güçlendirilmeye çalışıldı. Bunun hem redaktörün hem de editörün işini kolaylaştıran ve daha az uğraşılabilecek bir çeviri sunmayı olanaklı kıldığını düşünüyorum. Müsaade edersen, biraz ayrıntıya kaçacak olsa da, çeviri sürecini oluşturan tüm aşamaları anlatmak istiyorum.

Lalistan 9 aşamada ortak emeğin ürünü olarak “Kürtçe sesler ve Kürdi giysileriyle” okur karşısına çıktı

Ali Abbas Yılmaz: Buyrun, söz sizin...

Mustafa Aydoğan: Şiirleri neredeyse ezberlememi sağlayan ön okumaların yanı sıra, kaynak dilin hem biçimsel hem de anlamsal özelliklerinden kaynaklanan kimi güçlüklerin tespit edildiği ve bu güçlüklerle baş etmeyi olanaklı kılabilecek erek dildeki karşılıklarla donanmaya çalıştığım, yani metni analiz ederek erek dile nasıl aktaracağıma karar vermeye çalıştığım hazırlık aşaması da diyebileceğimiz bir aşamadan söz edebilirim. İkinci aşama; hazırlık aşamasında yapılan analizin ışığında ve alınan kararlarla birlikte çevirmen ve şiirin baş başa kaldığı ve çeviri “karalaması”nın ya da erek dilde üretilen metnin iskeleti dediğimiz biçiminin ortaya çıktığı aşamadır. Bu aşamada şairi, hayatını, dilini ve üslubunu çok yakından tanımanın avantajlarına sahip olduğumu belirtmeliyim. Üçüncü aşama ise, ortaya çıkan “karalama”nın deyim yerindeyse, demlenmeye bırakıldığı bir aşama olarak yaşandı. Yazdıklarını konuya hâkim olan arkadaşlarına okutan, kontrol ettiren ve tepkilerine değer veren bir çalışma anlayışına sahibim. Ancak başkalarına kontrol ettirmeden önce kendim kontrol etmek için demlendiriyorum. Belli bir süre geçtikten sonra döndüğümde, başka biri tarafından çevrilen ya da yazılan bir metin gibi duruyor karşımda. Deneyimlerime dayanarak izlemeye çalıştığım bu yöntemi pratikte yararlarını gördüğüm için çeviri sürecinde bir ara aşama olarak hâlâ kullanmaya çalışıyorum. Dördüncü aşama da çevirmen, şiir ve şair üçlüsünün, çevrilenin tüm özellikleriyle irdelendiği ve yanlış anlama riskinin bertaraf edilmesine odaklanan bir buluşması olarak adlandırılabilir. Bu buluşmada şairle her imgesini, her dizesini, şiirin dilbilgisel yapısını, şiirdeki her nüansı yoğun bir biçimde tartıştığımız bir çeviri sürecinden söz ediyorum. Şair bir nevi çeviri odaklı bir “sorgu”ya alındı. Bunların tümü incelikli ve kaliteli bir çevirinin ya da yeniden yazımın oluşumunu besleyen, koşullandıran olanaklar olarak rol oynadı. Beşinci aşama; çevirmen ve çevirinin tekrar baş başa kaldığı, üçlü buluşmada alınan notların ışığında çeviriye gerekli dokunuşların gündeme geldiği bir aşama olarak kayda geçti. Altıncı aşama; çevirinin beşinci aşamada biçimlenen hâlinin “çeviri odası”ndaki tartışmalara katılacak “edebiyat timi“ne gönderildiği bir aşama. Yedinci aşama; “edebiyat timi”yle “çeviri odası”nda yapılan toplantılar, yoğun tartışmalar metin karşılaştırmaları, gerekli müdahaleler, erek dilde uygun ritmi yakalama çabalarıyla yaşandı. Sekizinci aşama; çevirmen ve şiirin bir daha başbaşa kaldığı ve bunun sonucunda çevirinin ortaya çıkan versiyonunun “edebiyat timi”nin tüm elemanlarına tekrar gönderilişine ve gelen yanıtların ışığında yapılan dokunuşlara konu oldu. Çevirinin dokuzuncu ve en son aşaması da, Lîs Yayınevi’ne gönderilip ilgili editörün yönetiminde yapılan çalışmalarla birlikte çok önemli olduğunu düşündüğüm son okuması da tamamlanarak basım için hazır hâle getirildiği aşama olarak yaşandı. Yani sadece çevirmenin değil, ancak birbirini bütünleyen birçok emeğin ortak ürünü biçiminde okuyucunun karşısına çıkabildi Kürtçe sesler ve Kürdi giysileriyle Lalistan.

‘Kaynak dilin sesbilim, biçimbilim ve sözdizimsel farklılığından kaynaklanan en karmaşık sorunlara çözüm üreterek…’

Ali Abbas Yılmaz: Bu çeviri sürecine, eserin şairinin yanı sıra, “edebiyat timi” diye adlandırdığınız çok sayıda başka şair ve yazarlardan oluşan bir grubun da tartışmalara katılarak destek verdiğini belirttiniz. Bu ilişkinin yarattığı ortamın özelliklerinden ve söz konusu özelliklerin hem eserin çevirisine hem de katılımcılara etkisinden biraz söz edebilir misiniz?

Mustafa Aydoğan: Doğrudur, hem yazarı hem de çevirmeni eserleri ve görüşleriyle yakından tanıyan birçok dost şair ve yazarın bu yoğun bir emek isteyen sürece görüşleri, eleştirileri ve alternatif önerileriyle daha bir renklilik ve zenginlik kattığı, çeşitli seçenekler arasından en uygun olanın titizlikle seçilmesine çalışıldığı, eserin yazarının da deyim yerindeyse, ikinci kez bir nevi "sorgu"ya alınarak eserin çevirmenine gizli sırlarını “itiraf” ettiği  bir süreci, şair ile çevirmen arasında gerçekleşen bu üryan paylaşımın etkin rol oynadığı erek dilde yeniden yaratımı olanaklı kılan bir çeviri sürecini yaşadık. Dilsel açıdan içten, hararetli ve yoğun bir mesainin sonucu (kendiliğinden) gelişen bu süreçte kurulan ilişkinin, daha doğrusu, bu Kürdi ambiyansta gelişen sırdaşlığın, sadece LALİSTAN’ın şair ve çevirmeni ile sınırlı kalmadığını, bunun, sözünü ettiğim diğer dost şair ve yazarlarla da paylaşılmasının, Kürtçede yeniden yaratım temelli bu ilişkiyi daha anlamlı kıldığını belirtmem gerekiyor. Ayrıca bir tür “çeviri odası” işlevi gördüğüne tanık olunan mekânda yapılan yoğun tartışmaların, yazın alanında daha önce ana diliyle mesafeli olup sadece Türkçe yazan kimi şair ve yazarlar için bir esin kaynağı oluşturduğunu ve bu arada anılan anlamlı ilişkiden etkilenip “ana diline dönüş” açıklamalarının yapıldığını da eklemek gerekiyor. Erek dilde kaynak dile en benzeyen ses ritmini yakalayıp, en benzeyen imgeyi kurarak, en benzeyen anlamlısına ulaşmanın sanıldığı kadar kolay olmayan, çok zor bir eylem olduğu açık. Hatta, zordan öte, “olanaksız” olduğu savında bulunanların da azımsanmayacak oranda olduğunu söyleyebilirim. Şairin bireysel tarzı, konuyu ele alış biçimi, yani dilsel kullanımıyla ilgili yoğun bir tartışma gerçekleşti “çeviri odası”nda. Bir yandan şaire odaklanmaya, biçem ve içerik açısından şiirleri onun kadar anlamaya çalışmak, öte yandan erek dilde yeniden oluşturmak, erek metin ile Kürtçe okur arasında bağlantıyı sağlayabilecek ilişkinin niteliğini belirlemek ve benzeri bir sürü sorun vardı. Bu nedenle heyecanımızı körükleyen “çeviri odası”nda birbirini tamamlayan bilgi, birikim ve deneyimlerin, özellikle kaynak dilin sesbilim, biçimbilim ve sözdizimsel farklılığından kaynaklanan en karmaşık sorunlara çözüm üreterek, kaynak dildeki dizeleri erek dile aktarımda, o dilde yeniden oluşturmada etkisini yadsımak olanaksızdır.

‘Şiir çevirisi tüm türler arasında çok özel bir yere sahiptir’

Ali Abbas Yılmaz: Kaynak dilin kültürel öğelerinin aktarımında beliren sorunlardan da bahsedebilir misiniz? 

Mustafa Aydoğan: Kaynak dilin kültürü ile erek dilin kültürü arasında bir köprü işlevi gören çeviri eyleminde en temel konulardan biridir, sözünü ettiğiniz husus. Tüm türlerin çevirisinde bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak şiir çevirisi tüm türler arasında çok özel bir yere sahiptir. Çünkü şiir çevirisinde kültürel öğelerin erek dilde sunulması, diğer türlerin çevirilerine göre daha güç ve daha ağır ilerleyen bir süreç olma özelliğindedir. Bu özellik çevirmenin işini daha da zorlaştıran, çeviri sürecini daha sancılı kılan bir özelliktir. Ama açıkça söylemek gerekirse, Lalistan’ın çevirisinde bu anlamda bir güçlüğü -diğer şairlerin şiirleriyle karşılaştırıldığında- çok fazla yaşamadığımı ve bundan dolayı da çeviri sürecinin bu açıdan diğer şiir çevirlerine göre “fazla sancılı” olmadığını belirtmem gerekiyor. Çünkü hem çeviri için yaptığım ön okumalarda hem de çeviri sürecinde, kaynak dilde yazılmış olanın dilinin erek dilden başka bir dil olduğu, kültürünün ise kaynak dilden daha çok erek dille ilişkili olduğu çok açık bir biçimde gürülüyordu. Ancak hem kaynak odaklı hem de erek odaklı çeviri yaklaşımlardan yararlanmaya çalışmanın, dilsel, işlevsel ve üslupsal özellikleri korumaya özen göstermenin yanı sıra, her dizede beliren ve okuyucuya buradayım dercesine göz kırpan bu topraklara ait dilsel ve kültürel özelliklere -hatta bir ölçüde düşünce biçimine- rağmen, yine de bu konuda gerekli dengeyi tutturabilmenin sanıldığı kadar kolay olmadığını söylemek zorundayım. (Devam edecek…)

Editör: Ali Abbas Yılmaz