"Aynı şeyleri yazardım mezar taşıma da" diyor Akif Kurtuluş, Herkes Gitmiş adlı toplu şiirlerinin bulunduğu kitabında…

Eskiden “söz uçar, yazı kalır” denilirdi… Bir zamana, bir kimseye bırakılmak istenen duygu ve düşüncelerin yazılması zorunluluğu ile beraber yazılanın dolaşıma girmesi, hedefine ulaşması için belli yerlere yazmak gerekirdi.

Sesimizi birilerine veya bir yerlere duyurmanın o kadar güç olduğu bir dönemde dahi bütün iyimserliğiyle “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” demişti Andy Warhol. Onun bu kehanet gibi iddiasının bugün gerçekleşmesinde önemli katkısı olan dijital devrimin bir aşaması olan web 3.0 teknolojisi, herkese kendini gösterme, sesini duyurma fırsatı yarattı.

Daha çok sosyal medya olarak bildiğimiz ve kullandığımız çeşitli içeriklerin paylaşıldığı dijital mecralar, artık sözün de uçmasını ve havaya karışarak görünmez olmasını önlediği gibi, şanslı bir döneme denk gelinirse; sözü tersine bir anlamda uçurarak bir yıldız gibi ışımasına da olanak sağlıyor.

Dünyaca ünlü futbolcu Christiano Ronaldo’nun “Siuuu” diye bir zafer nidası, liseli ergenlerin durduk yere okul koridorlarını çınlatmasına neden olabiliyor; bütününü okumadığı halde milyonlarca insan Oğuz Atay’ın Turgut Özben’inin Olric’e söylediği sözleri paylaşabiliyor, “hiç şiir okumamış gibi” kötülüğü büyüten ve sürdüren insanlar Cemal Süreya’nın en etkili dizelerini hoyratça paylaşabiliyor.

Bu çerçevede yazmak, özgün bir şeyler üretmek de gittikçe zorlaşıyor. Bu kez de onca paylaşımın arasından harf harf damıttığınız felsefi, edebi, bilimsel herhangi bir ifadeyi görünür kılabilmek için sadece şansa ihtiyacınız kalıyor…

Ben şans faktörünü bir kenara bırakarak Akif Kurtuluş’un da dediği gibi gerçekten mezar taşıma da yazacağım şeyleri yazmak istemeye dair inadımdan ortaya adam akıllı bir şey koyamadığımı düşünenlerdenim.

Bana göre bir film senaryosu, bir tiyatro oyunu, bir roman, bir öykü veya bir şiir yazacaksam mezar taşıma da yazabileceğim kadar hayatımla özdeşleşecek, içselleştirdiğim bir şey olmalıydı.

Şu an okumakta olduğunuz bu satırları yazarken de gözümün önüne mezar taşım geliyor. Onu okuyan tanıdıkların benimle ilgili hatıralarını yeniden dirilterek kendimi ölümsüz kılmak konusundaki varoluşsal derdimle birlikte, beni şu an hiç tanımayan ve belki ilerde bir vesile ile tanıyacak olan birisinin “rahmetli, kısa ve öz yazmış” diyeceği metinler yazmak zorunluluğu hissediyorum.

Bir matruşka bebeği gibi birbirinin içinden çıkacak dertleri, hikayeleri, fikirleri yazma isteğimle, mezar başındaki saygı ile cenaze törenimdeki “merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna en iyi cevabı arıyorum.

1804 yılında ölen İmmanuel Kant'ın Königsberg'teki mezar taşında "iki şey üzerlerinde ne kadar sık durup düşünsem, gönlümü hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası" yazar;

Aşık Veysel’inkinde;

“açar solar türlü çiçek

kimler gülmüş kim gülecek

murat yalan ölüm gerçek

dostlar beni hatırlasın”

Franz Kafka’nınkinde;

"Yazmak ölümden daha derin bir uykudur… Bir cesedi mezarından çıkaramadığınız gibi, beni de geceleri masamın başından kaldıramazsınız…"

Hepimiz bir gün öleceğiz, bunu bilmeyen yok. Hepimizin bir mezar taşı olacak mı işte bunu bilmiyoruz. Cumartesi Anneleri’nin yüzlerce haftadan beri süregelen mezar taşına naaş arama çabasını hatırlayarak ben de kendi mezar taşımı kucaklayıp naaşımı arıyorum sayfaların, satırların, sözcüklerin arasında.

Benim yazımda “bir kuş bir kafes aramaya çıkar”, nehirler kendine yatak arar, incirler kayayı deler, bir çiçekle bahar gelir, Sisifos her gün aynı inançla tepeye çıkardığı kayayı kendi elleriyle aşağı yuvarlar, bir şair için zar atılır, bir başka şair adından bir harfi iddiada kaybeder, Şivan Perwer’in sesi yaraya merhem olur, babalar her zaman bir flüt alacak kadar para kazanır, anneler uyanmaz da bir güneş gibi doğar her sabah, kadınlar erkekleri şiire terk eder, erkek sevdiği için dağdan su aşırır…

Bir mezar taşını parçalara bölmüş ve az seyircili filmler, az okurlu romanlar, az oyunculu oyunlar halinde tıklanmaya bırakıyorum.

Lillahi el tık!

* Memento mori, "fani olduğunu hatırla", "öleceğini hatırla", bir gün öleceksin, bunu hatırla ve şimdi yaşa veya "ölümünü hatırla" gibi şekillerde çevrilebilecek bir Latince deyiş.