Kahramanmaraş merkezli deprem on binlerle ifade edilen canlarımızı alıp götürdüğü gibi geride bir o kadar yaralının yanında milyonlarca da acılı yürek bıraktı. Annesini, babasını veya bunların her ikisini birden kaybeden küçücük yavrular, evlat acısını yüreklerine gömen anne babalar. Kardeşini, dostunu yitirdi kimisi kimileri de hayat yoldaşını. Silindi kimi kentler bir sürü kırmızı kesik kesik çizgilerle renklendirilmiş haritalardan. Geride ne mi kaldı? Yitip giden canlardan bir enkaz kaldı geriye. O enkaz ki kimisine mezar olurken kimileri için de günlerce bir ses, bir nefes için başında umutla beklenen bir umut oldu. “Bir can daha kurtarabilir miyiz?” diye kimi zaman elle tırnakla kazınan yığın oldu kurtarma gönüllülerine. Yerin yüzlerce metre altından kurtarılma hikayelerine aşina olduğumuz madenciler kurtardıkları her bir canla umut oldu her birimize. Şimdi o enkazlar üzerinden yeni yeni tartışmalara tanık oluyoruz. Herkes için ayrı bir anlam ifade ediyor geride kalanlar; Hukukçular için açılacak davalar için delil, Kimileri için daha içerisinde yaşayanlar olduğu görülmesine rağmen bir an önce ortadan kaldırılması gereken bir telaş kaynağı, Kimilerine için geri dönüşüm ekonomisi... O enkazlar ki bir buçuk milyon insanın yaşam alanıydı. Doğup büyüdükleri yerdi. Sevgiyi de, açlığı da, mutluluğu da mutsuzluğu da yaşamış oldukları yer. Umutlarını ve hayallerini içine oturttuğu resim çerçevesi değil miydi? Her gün gözünü ilk açtığında bakışının değdiği, elinin, teninin ve en sonunda da canının değdiği yer. Kolay değil öyle ‘bir an önce kaldıralım bu enkazları’ demek. Kahramanmaraş merkezli deprem “Totenberg - Ölüler Tepesi” adlı bir önceki yazımdan hemen sonra gerçekleşti. O yazımda 2. Dünya Savaşının bitimine doğru İngilizler tarafından gerçekleştirilen on dakikalık hava saldırısında 17.000 kişinin öldürüldüğü küçük bir kentten söz etmiştim. Yeniden inşa sürecinde Almanlar kentin enkazını bir tepenin üzerine taşıyarak bir anıt inşa etmişlerdi. Tepeye de Ölüm Tepesi/Ölüler Tepesi anlamına gelen Totenberg adını vermişlerdi. İşte tam da böyle yapmalı. Her bir kentimizde sonraki kuşaklara ibret olsun diye birer ölüm tepesi oluşturulmalı. Bir vadi dibine boşaltılması değil, toplamalı o enkazları bir yol kenarına, her gelip geçenin görebileceği bir yere. Yığmalı üst üste. Tepeler oluşturmak lazım o enkaz dediğiniz anılar diyarından. İbretlik kent anıtları yapılmalı. Yüzyıllar boyunca gelip geçerken her görenin ibret alacağı anıtlar olmalı. Nice haraminin kudretini de tuz buz eden bir enkazın anıtları. Ve Anıtların üzerine de Büyük Usta Ahmet Arif’in Anadolu Şiirinin şu dizeleri yer almalı; Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile diş ile Umut ile sevda ile düş ile Dayan rüsva etme beni.