5 yıl önceydi. Yaz tatilinde ilk görev yerim ve ilk çocuğumuzun da doğum yeri olan köye ailecek bir ziyarette bulunmak istedik. Aradan 30 yıl geçmişti. Bu benim için ayrı bir heyecan sebebiydi elbette. Üniversiteden yeni mezun olup ücra bir köy okuluna öğretmen olarak atandığım ilk günün duygularını yeniden yaşar gibi oldum. Tabii o süreçte basından sık duyduğumuz kimi fevri olaylardan 47 olan araç plakamızın gideceğimiz yerlerde sorun olup olmayacağı hususunda aile bireylerinin kaygılarını giderdim. Kutuplaştırılmış iklimin mahsulü ne de olsa bu kaygılar. Hazırlıklarımızı tamamlayıp yola çıktık. Gideceğimiz yer Artvin’in Borçka ilçesinin yeni adıyla Avcılar Gürcüce ile Avana olan köyüne. Yerleşim yerlerinin adı değiştirilerek yeni bir toplum inşa etme marifetleri burada da mevcut. Köy Borçka ilçesi ile Artvin merkez arasında Çoruh nehrinin yamacında bir yerde. Artvin, ekserisi Laz, Gürcü ve Hemşinlerden oluşan kısmen Türk, Terekeme ve Kürtlere de rastlanan bir halklar mozaiği. Gideceğimiz köy de bir Gürcü köyü. İlk durağımız Dersim idi. Havîn’in ev sahipliğinde ve Munzur vadisinde çay kenarındaki birkaç günlük kampımızdan sonra düştük yola. Tortum Şelalesinden ayrılmak akşam saatlerini bulduğunda aradım 30 yıl önceki köy muhtarımız Nazım Amca’yı. Vadiye yapılmış barajlar nedeniyle değişen yol durumu ile ilgili tarifleri aldıktan sonra çocuklar geceyi nerede geçireceğimizi sordu. Ben “Nazım Amca’ya gideceğiz.” dedim. “Kim bu Nazım amca?” sorusuna “95 yaşında bir dede. Gideceğimiz köyün yıllar öncesinin muhtarı.” demem üzerine gençlerden “Baba, 95 yaşında bir dede dediğinin farkında mısın? Konuşacak hali kalmamıştır şimdi bir de bu gece vakti, bu yorgunluğun üzerine misafirleri mi olacağız?” tepkileri yükseldi. Geç saatte vardığımızda karı koca bizi heyecanla bekliyorlardı. Hoş sohbette bulunup geçmişi yad etme fırsatı bulduk. Hareket kabiliyeti epey azalmış olan Nazım Amca’nın bir yıl öncesine kadar kendi aracıyla ilçeye gidip geldiğini öğrenince hayretler içinde kaldık. Gençlerle araba modelleri ve özellikleri üzerinde yaptıkları sohbet ise cabası. Albümünü çıkarıp gençlere göstermeye başladı. Kendi gençlik fotoğraflarının dışında sadece benim tanıyabildiğim eski siyasilerle olan fotoğraflarının yanında 28 yıl önce kendisine göndermiş olduğum kartpostalı saklamış olduğunu görünce çocuklar niye orada olduğumuzu daha iyi anladılar. Yatma vakti gelmişti tabi. 45 derece sıcaktan giden bizimkiler bir çarşafla örtünebileceklerini zannediyorlardı. Nezihe abla “Size yine de yorgan bırakayım ben.” demesine eh kabilinden rıza gösterdiler. Sabah çiseleyen yağmurla serin hava bizimkilere kazak hırka arattırdı. Okul binasını ziyaret edelim dediğimiz zaman okulun öğrenci azlığından kapalı olduğunu, var olan birkaç çocuğun da taşımalı eğitim ile başka köye taşındığını öğrendik. Yabancısı olmadığımız köyden kentlere göçün burada da yaşanmakta olduğunu içimiz burkularak öğreniyorduk. Yine de binayı görmeye gittik çocuklarla. Tabi ki kaldığımız ahşap evi de. Evin temaşası eşimle bende hüzün çocuklarda şaşkınlık duyguları yaşatıyordu. Köyde bulabildiğimiz tüm dostları kısa süreliğine de olsa selamlamaya gayret ediyorduk. Eve döndüğümüzde dağ bayır demeden yaklaşık iki saatlik mesafedeki yaylasından yürüyerek buluşmamıza gelen doksanların eşiğindeki Yılmaz Amcaya niye bunu yaptığını sorduğumuzda “Öğretmen gelmiş buraya da ben nasıl gelmeyecekmişim?” demesinden gerçek dostluğun mesafe ve zamanla yok olmayacağının büyük dersini alıyordu bizim çocuklar. Eee tabi bu sefer gelemeyen Hayriye ablamızın ziyaretine yaylaya doğru Yılmaz Amca ile birlikte aracımızla yola çıktık. Yaylaya çıktığımızda çocuklar uzun yaşamanın sırrının bu coğrafya olduğunu konuşuyorlardı kendi aralarında. Köyü gezdiğimizde zamanın durmuş olduğu hissine varıyordum. Köyde kalanlar zamana direnmiş adeta. Nasıl ki fırtına koca ağaçları köklerinden söküp devirmekte zorlanıyorsa burada da gençler terk edip gitmişlerdi köyü ama koca çınarlar kopamamışlardı bu topraklardan. Karadeniz insanının tüm güzelliklerini, sıcaklığını ve doğallığını yaşıyor ve bizlere de yaşatıyorlardı. İki günlük doyamadığımız misafirliğimize veda vakti gelip çattığında Nazım Amca’nın gözlerinin nemlendiğini ve boğazının düğümlendiğini görünce ayrılma faslını hızlandırdık. Bu baharda Nazım Amca’nın sevenlerine veda etmesi herkes gibi bizi de hüzne boğdu. Rahat uyu güzel insan. Dostlukların sıcaklığını kaybeder olduk. Günümüz üretim ilişkileri ve teknolojisi bireyselleştirdi hepimizi. Sanal arkadaşlıkları gerçek dostluklara tercih ettiğimiz günleri yaşamaya başladık, aynı evin içerisinde eşimizle, çoluk çocuğumuzla mesafeler büyüdü aramızda. Tanrı selamını esirger olduk her gün aynı kapıdan girip aynı asansörü kullanan komşular olarak birbirimizden. Hep daha fazla kazanma hırslarımıza yenildik. Uzak akrabalar ve dostluklar bir yana kardeşlerin, eşlerin birbirlerine güveni kalmadı. Boşanmalar sıradanlaştı… Biz bu muyduk ya? Ne oldu bizlere sahiden? '