Mikro işgalin anatomisi

Hepimiz,

herkesimiz yeni zamanlar yaşıyor gibiyiz; sanki hiç eski bir zamanımız olmamış, yokmuş gibi…

Sanki ‘biz’ hiç olmadı(k) ve hep öyle dağınık birbirine bakmamış gözler, birbirini duymamış, işitmemiş kulaklar, birbirini tutmamış eller yığınıyız.

Emin olun sanki hiç birbirimizi veya birbirimizden hiçbirini sevmemiş gibi bir ruh halimiz var son demlerde…

şiirlik, sevdalı, özlenen ne/yim/iz vardı , varsa milyonlarca minik işgallerin altında.

Belki varoluş tarihimizde ilk kez kendimizi ve kendimizinkilerini işgal ediyoruz. Kendimizin olanı, kendimiz olandan koparmak için işgalcileşiyoruz...

Evlerimiz, sokaklarımız, kaldırımlarımız, maabedlerimiz, nehirlerimiz, gökyüzümüz milyonlarca kez kendi aç gözlülüğümüzün acil ve ağır işgaline uğruyor her an!

Bu kez de biz kendimizi zihinlerimizden kaçırıp anılarımızın korkusundan olsa gerek; işgalcileştiriyoruz!

Kendimiz kendimizin olanı işgal ediyoruz ve gerçekten de hiçbir mazur da görmeden!

O kadar büyük bir iştahla işgalcileşiyoruz ki elimizden kurtulanı bağışlamayı bile unutmuşuz gibi…

vefa gösterebileceğimiz ne bir eş ne bir dost ne alim ne ilim ne de bir karış yürünecek toprak parçası bırakmıyoruz.

eminim tarihin kara kalemi eşkalimizi de işgalimizi de layıkıyla çizecektir!