Röportaj: İrfan Erdoğan/Almanya

Yazar Hüseyin Habip Taşkın ile edebiyat, yazdıkları ve son olarak da geçenlerde Kil yayınları arasında yeni çıkan kitabı "imparator kedi" üzerine konuştuk.

Öncelikle bize kendini kısa ve öz olarak tanıtır mısınız?

Hüseyin Habip Taşkın 17.11.1960 Rize Çayeli doğumluyum. Annem ve Babam Hemşinlidir. Erkeklerin üçüncüsüyüm ve bir kız kardeşim var. Çocukluğum ve gençliğimin bir bölümü İzmir Bayındır’da geçti. Gençliğimin geri kalanı İzmir Balçova’da geçti. Şu anda aynı yerde kalıyorum. Ödemiş Endüstri Meslek Lisesini birinci sınıfında terk ettim.

12 Eylül 1983-1986 yıllarında ‘Çanakkale Özel E Tipi Cezaevi’nde devrimci bir davadan yargılanıp ceza aldım. Yine 2002 tarihinde olmayan bir hareketten yargılanıp ceza aldım. Cezam şuydu! Silahlı örgüt kurabilenlerden olduğum düşüncesiyle dört yıl altı ay ceza daha aldım ve yine bir cezaevi olayım olmuş oldu. İki defa evlendim. İlk evliliğim ayrılıkla bitti. İkinci evliliğimden de bir oğlum var.

‘Sosyalist devrim mücadelesinde yaşadıklarımı ve gördüklerimi tarihe aktarmak için yazmaya karar verdim’

İsterseniz biraz da yazarlık serüveninizden konuşalım. Bu işe nasıl, ne zaman ve nerede başladınız? Niçin yazar olmaya karar verdiniz?

Yazarlık serüvenim askerde sakıncalıyken, sebzeler üzerinden düzeni eleştirmiştim. Çanakkale Özel E Tipi Cezaevi’nde arkadaşım Hüseyin Poyraz ile şiirler yazıp, şu an ismini hatırlayamadığım edebiyat, kültür, sanat dergisine yollamıştık. Sanırım bir ay sonraydı, gönderdiğimiz mektubumuzu ve içinde bulunan şiirlerimizi bize geri göndermişlerdi. Bize de içinde yazılı kısa bir not vardı. Notta da Şairlerden Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve birkaç tane daha şairin isimleri yazılıydı. Okumamızı önerirken, şiir nasıl yazılır ve şiir hakkında bu kitapların okunmasını önermişlerdi...

Mektubu birlikte okuduktan sonra Hüseyin Poyraz’a Aman kimseye söylemeyelim. Yoksa bizi makaraya sarar dururlar dedim. Öyle de yaptık, mektupları yırtıp çöpe attık. Bugün düşünüyorum da gönderdiğimiz o mektupları bir anı olarak saklamalıydık ama yapmadık...

Yazar olmamdaki amacım; bunca yıl devrimci mücadele içinde yer aldım. Halklarımız için kurtuluşa giden yolda sosyalist devrim mücadelesinde yaşadıklarımı ve gördüklerimi, duyduklarımı tarihe aktarmak için yazmaya karar verdim. 1999 tarihinde şiir ve makale deneme yazılarım olmuştu.

"Canımın İçi Bak Hele" adlı bir şiir kitabım Ekim 2003 yılında Etki Yayınevi’nden yayınlandı. Sonrada şunu düşündüm. İzmir’de toplu iğne başıyım. Beni tanıyan kaç kişi var diyerek. Ne yapmalıyım? Diye düşündüm. Kararımı günler sonra makale yazmalıyım demede karar kıldım. O zaman makaleye benzemeyen üç ve dört sayfa yazılarım olmuştu. Sonra beni uyardılar. Bunları okuyanlar "olmaz tek sayfa yaz ve öz olsun" diyenlere kulak verip, gazetelerdeki köşe yazarlarının yazma tekniğine baktım. Bakınca da haliyle bir şeyler öğrenip zamanla yazılarımı rayına oturttum...

Sonra sırasıyla "İkinci kitabım Kadın Olmak Zor" Gün Yayıncılıktan Eylül 2005 tarihinde yayınlandı. Kadın Olmak Zor ikinci baskı Egeus Yayıncılıktan Aralık 2014 yılında yayınlandı. "Neydi Birlikte Yaşadıkları" Egeus Yayıncılık’tan, Ocak 2016 yılında yayınlandı.

"Sen Oradaydın" La Yayınevinden 2019 Şubatında yayınlandı. Hemşin’den Ege’ye” Babek Yayınlarından Ocak 2020 tarihinde Son olarak İmparator Kedi Na ve Kil Yayınlarından 2023 tarihinde yayınlandı.

Şimdilerde çeşitli edebiyat dergilerinde ve internet üzerinden yayın yapan gazetelerde makale, öykü, ve şiirlerim yayınlandı ve hâlâ yayınlanıyor.

‘Egemen güçlerce her zaman elbette o yazarı hedef tahtasına oturturlar’

Günümüzde hele hele günümüz Türkiye'sinde yazar olmanın sorumluluğu ve bedeli çok ağırdır. Peki, sizce bunun bedeli nedir? Ya da bedeli ne olmalıdır?

Hele hele sınıf bilinçli olursanız ve ezilen halkların yanında yer alırsanız. Uyuyanları uykudan uyanmalarını sağlarsanız, yolunuz emekten yana, kolektif yaşamdan yana, anadillerin, kültürlerin yaşamasını isterseniz eğer, egemen güçlerce her zaman elbette o yazarı hedef tahtasına oturturlar. Bunlardan birisi de benim. Benim babam ‘Hukuk Hakimi’ydi ama ben seçimimi İlkokula başladığımda yapmıştım. Çünkü beş ile altı yaş arasında Tahtacı Alevilere, Romanlara ‘Çingenelere’ aşağılayıcı ve ırkçı söylemleri duydum. Yaşıtlarımla oyun oynarken akşama doğru kadınlar sarı, kırmızı, yeşil giysileriyle, erkekler normal kıyafetleriyle, yanlarında katırlarıyla önümüzden geçerken şaşkınlık içinde bakıyordum. Ağzımdan ‘Bunlar kim? dediğimde’ şu yanıtı almıştım. ‘Acayip yaratıklar.’ O an işinden çıkmış Bayındır Belediyesinde Zabıta olan bir büyüğümüz konuşmalarımıza tanık olmuş ve lafa girmişti. ‘Bunları Allah lanetledi. Bunların yemeği yenmez. Bunlara yüz vermeyin’ dedi. İkinci gün geçtiğinde Tahtacı Alevilere kötü gözle bakmaya başlamıştık. Yine aynı kişi arkalarından geliyordu. Bu kez bize ‘Mum söndüden söz etti’ ve bunlara sataşmamız için biz çocukları doldurmuştu. ‘Nede olsa onun anlatımıyla Allahın lanetlemiş olduğu bir kesimdi.’ Diğer günler Tahtacı Alevileri sözlü olarak laf atmaya başladık. İlk önceleri kadınlar bize saldırmaya çalışınca, erkekleri engel oldu.’ Olaydan sonra aynı kişi, büyüğümüz yanımıza gelerek, olayı bizden dinledi. ‘Bayındır’ın bizlerin arkasında olduğunu devamlı tekrar edip, biz çocuklara gaz verdi.’ Çocuk aklımızla ‘Tavşan geliyor. Kaç kaç… Mum söndücüler…’ demeye başladık. Bu kez arkamızdan kadınlı ve erkekli koşmaya başladılar. Olay sonrası aynı büyüğümüz yanımıza gelip, ‘Aferin çekip, kızdırmaya devam etmemizi istiyordu.’ Birkaç gün sonra yanlış yaptığımıza karar verip, Tahtacı Alevileri kızdırmadık.  Yanlarından kaçmadık. Yalnız bize ilk kızdırmadığımız gün kızarak bakmışlardı. Sonraları aramızda kısa konuşmalar olmuştu.

‘Bir gün akşamüzeri pinpon topu oynayanları izlerken bir ses duydum’

Gelelim romanlara Kazım Dirik İlkokulunun Karşısında Çay bahçesi vardı. Yolun hemen bitiminde de iki katlı bir bina vardı. Üst katı Bürokratların oyun oynama yeriydi. Aşağısı pinpon, bilardo, tavla, dama oynama yeriydi. Büyükçe çay bahçesi vardı. Romanlar buradan sabahları trene binip İzmir’e giderlerdi. Bir gün akşamüzeri pinpon topu oynayanları izlerken bir ses duydum. Yaşıtlarım ve birkaç yaş büyük olan abilerim. Camın arkasına toplanmış, Roman kadınlarını izliyor ve her kafadan ayrı sesler çıkıyordu. ‘ Bunlar İzmir’e kendilerini parayla satmaya gidiyorlar. Hırsızlık yapıyorlar. Adam kesiyorlar. Çocuk kaçırıyorlar.’ Ben konuşulanları hayretler içinde dinliyordum. Bir büyüğümün o gün söylemiş olduğu sözleri hiç unutamadım! ‘Roman kadınıyla yattığınızda, banyoda yıkanırken tuğlayı her yerinize yedi kez sürün ve Allah’ım bu şeytan kadın beni baştan çıkardı. Beni affet demeliymişiz. Allah’ta o kişiyi affedermiş.’ Bu arada Kürtlere, Ermenilere, Yahudilere, Lazlara, Rumlara aşağılayıcı ve ırkçı cümleler zaman zaman kurulur ve süreç içerisinde babamın mesleğinden dolayı mahallede Bürokrat çocuklarıyla oynamayı, arkadaşlık yapmayı bırakıp, yönümü boşaltılan Rum, Ermeni, Yahudi evlerine gitmeye başladığımda mübadelede gelen Yunanistan ve Yugoslavya’daki insanların evlerine gidip onların yaşamlarını gözlemledim inceledim.

‘Dükkânıma gelen aileler demokrat ve devrimciydiler’

Adettendir o hâlde ben de sorayım. Abi günümüzde okuma ve yazmada büyük bir kaçış var. Sizce bunun nedenleri nedir. Bu konuda gelecek nesillere neler tavsiye edersiniz?

Okumada, yazmada gerçekten büyük kaçış vardır. Bunun temelleri önceden planlanan ve uygulamaya koyulan 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri faşist darbesiyle başladı. Şimdi bana peki nasıl diyebilirsiniz? 12 Eylül 1980 öncesi insan yığınları okuyup tartışıyordu. Sonrasında cezaevlerinde bu okumalar ve tartışmalar sürdü. Gelelim cezaevlerinden çıkan biz devrimcilere; dışarıya çıkanlar bir boşluğun içine düştüler. Bunun nedenlerini şuan sıralamayacağım. İsterseniz daha sonra bunlar üzerinden konuşuruz. Babam bana İzmir Balçova’da bir tuhafiye dükkânı açmıştı. Yıl 1986 Mayısından sonra tuhafiye dükkânımda sürekli yanımda bulunan kitaplar Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve birkaç yazarın kitaplarıydı. Bunlar tezgâhımın üzerinde sürekli bulunurdu. Babam emekli olduktan sonra bu defa Bayındır’da avukatlık yapıyordu. Sabah gidip, akşam eve geliyordu. Babam devamlı Cumhuriyet Gazetesi okurdu. Eve dönüşlerde benim okumam için getirirdi aslında. Sabahleyin gazete tezgâhımın üzerinde olurdu. Okuduktan sonra yenisi gelinceye kadar tezgâhımın üzerinde kalırdı. Dükkânıma gelen aileler demokrat ve devrimciydiler. Bana bu kitapları tezgâhımın üzerinde bulundurmamamı devamlı söyleyenler vardı. Bende aynı cümleleri kurarak. Kitap okumalıyız. Korkmayalım derdim. Ancak çoluk çocuğa karışan devrimci arkadaşlarımız, kesinlikle çocuklarına ilerici, devrimci yazarlarımızın kitaplarını, büyük çoğunluğu okutmadı. Eylemlere katmadı. Katmadığı gibi çoğu devrimci arkadaşlarımız devrimci mücadele içerisinde yer almadı. Düzen partilerine savrulan çok arkadaşımız oldu. Bu konu üzerinde daha çok konuşulacak şeyler var.

‘Esinlendiğim yazar İranlı devrimci Samed Behrengi ve kitabı Küçük Karabalıktır’

İmparator ve diktatörleri vatandaş genelde acımasız, zorba ve kısacası gözü kara olarak tanır. Siz kediden nasıl ve neden bir imparator yarattınız?

Son kitabım İmparator Kedi’den söz ediyorsunuz. Dünyanın var oluşundan sonra insan adı verilen canlı türü ortaya çıktı. İlkel Komünal toplumdan başlayarak, tüm toplumlarda bir imparator vardı. Kendi bölgesinde yaşayan erkeklere, kadınlara, çocuklara kendi imparatorluğunun sürmesi için askeri gücünü halkının üzerinde kullanmıştır. Baskı ve şiddet, savaşlar, eski ve gelişen teknolojilere göre silah ve bomba üretimleri yapılmıştır. Saraylarda entrikalar, kadınların ırzına geçilmesi, eğlenceler, saltanatlar devam etmiştir. Halkın örgütlü gücü de sarayları yerle bir etmiştir tâbi...

Aslında daha fazla konuyu içeriyor yazdığım kitap. Mesela hayvanlar üzerinden biz insanları anlatıyorum. Esinlendiğim yazar İranlı devrimci Samed Behrengi ve kitabı Küçük Karabalıktır... Buradan sizin aracılığınızla, bana emeği geçenlerden ve editörlüğümü yapan Yazar arkadaşım Nejla Arslan’a, emeği geçen yazar arkadaşım Ali Fuat Karaöz’e ve Na ve Kil Yayınlarının sahibi Berfo Baran’a teşekkür ediyorum...İmparator Kedi’yi daha önceden bölüm bölüm yazdığımda Bornova-İzmir Tüm Emeklilerin Sendikası’nda ve edebiyat atölyesinde okuduğumda görüş bildiren yazar arkadaşlarıma, yazar olmayıp edebiyata gönül veren arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.

‘Koşullarımız çok zor olsa da onurlu ve insani duruşumuzu ortaya koymaya devam edeceğiz’

Sizinle konuşmak dertleşmek gerçekten çok güzel ve zevkli. Bize özveride bulunup zaman ayırdığınız için gerçekten teşekkür ediyor bundan sonraki yazın hayatınızda da başarılar diliyorum.

Asıl ben teşekkür ederim. Beni konuk ettiniz. Bu sayede ve sizlerin aracılığıyla farklı insanlara ulaşacağım. Paylaşmanın bir ürününü birlikte ortaya koyduk. Dilerim okuyucularımıza ses ve ışık olmuşuzdur. Siz basın emekçisi arkadaşlarımın da yolu açık olsun. Koşullarımız çok zor olsa da onurlu ve insani duruşumuzu ortaya koymaya devam edeceğiz. Sevgi ve saygımla...

Editör: Ali Abbas Yılmaz