Dilbilimci, yazar ve çevirmen Mustafa Aydoğan ile söyleşimizin bu bölümünde çevirinin dilin gelişimine katkılarını, çevirinin şair üzerindeki etkilerini, anadili dışında başka dillerde yazan “misafir” yazarları ve anadiline mesafeli yazarların durumunu konuştuk.

Özel Haber: Ali Abbas Yılmaz

Mustafa Aydoğan ile söyleşi-2

‘Çeviri eylemi dilin sınırlarını zorlar; genişlemeyi, gelişmeyi dayatır, yeni ufuklar açar’

Ali Abbas Yılmaz: Çevirinin dili geliştirdiği konusunda neler söylemek istersiniz?

Mustafa Aydoğan: Daha önce de belirttiğim gibi, çeviri eylemi genelde kültürler arası bir diyalog, bir etkileşim olarak değerlendirilir. Edebi ve toplumsal bir etkinlik olan çeviri eylemi dilin gelişiminde de etkin bir role sahiptir. Çeviriye konu olan dilin eskisi gibi kalamayacağını düşünenlerdenim. Çeviri eylemi dilin sınırlarını zorlar; genişlemeyi, gelişmeyi dayatır, yeni ufuklar açar. Çeviri sayesinde çeşitli ülkelerde edebiyat türlerinin nasıl geliştiği çok iyi bilinen bir gerçek. Yaratıcı yazınsal bir etkinlik olan, bir çok soruyu içinde barındıran ve çoğu zaman çeviri kavramının bile betimlemeye, tanımlamaya yetmediği kompleks bir olay olan şiir çevirisinin de diğer edebi türlerin çevirisi gibi kültürler arası etkileşimde ve dillerin gelişiminde etkin rol oynadığını düşünüyorum. Yani hem dili hem de kültürü geliştiren bir eylem... Çeviri ediminin temel ve vurgulanması gereken özelliklerinden birinin de, onun çevrilen eseri kaynak dilin kültürüne ve edebiyatına özgü olmaktan çıkarıp erek dilin kültürünün ve edebiyatının bir parçası hâline getirmesidir. Bu nedenle hangi dilden olursa olsun, Kürtçeye çevrilen her eser bizim dilsel ve kültürel hayatımızı zenginleştiren, daha da renkli hâle getiren, düşünsel hayatımızda yeni ufukların belirmesini sağlayan bir özelliğe sahiptir. Bundan dolayı ana dilinize, kültürünüze, düşünsel hayata önem veriyorsanız, kültürler arası alışverişişi, diller arası diyalogu, metinler arası yoğun bir ilişkiyi olanaklı kılan, adına çeviri denilen bu anlamlı edime de gerekli değeri vermelisiniz. Çünkü bu dile sevdalı olanların ana dili korumaya ve geliştirmeye yönelik çok yönlü çabaları çeviri edimine verilen değerle daha bir güçlenecektir.

‘Ana dili konusunda duyarlı olan herkesin çeviriye gereken önemi vermesi lazım’

Ali Abbas Yılmaz: Çeviriye bu kadar önem vermeniz ana dile olan bu etkin rolünden dolayı mıdır?

Mustafa Aydoğan: Evet, çeviriye bu kadar önem vermemin en temel nedeni budur. Ana dilin gelişmesinde oynadığı bu etkin rolüdür. Çünkü ana dilimin gelişmesinde rol oynayan her olgu ilgimin odağındadır. Ana dili konusunda duyarlı olan herkesin çeviriye gereken önemi vermesi lazımdır. Ancak toplumun bu olguya yaklaşımda hâlâ gerekli duyarlılıktan yoksun olduğunu belirtmeden de geçmek istemiyorum. Çeşitli kaynaklarda çevirinin bu etkin rolüne vurgu yapmak için çeviri eylemine verilen önemin, ana dile verilen önemle eş değer tutulduğu görülmektedir. Bu konudaki tüm söylemlere dayanarak, ana dili sevgisine sahip olduğuğunu savlayanlara çağrımdır: Ana dilinizi seviyorsanız, çeviriye gerekli duyarlılığı gösterin, hak ettiği değeri verin! Ünlü yazarların eserlerini Kürtçeye çevirmemin temel gerekçesi, çevirinin ana dile ve edebiyat ortamının güçlenmesine olan etkisinin yanı sıra, söz konusu yazarların ve eserlerinin popülaritesini kullanmak ve böylece Kürtçeye olan ilgiyi daha da arttırmaktır. Çevirinin çeviriye konu olan ana dilim üzerindeki olumlu etkisinin bilinciyle çevirdiğim eserlerle bu konuda gerekli duyarlılığı gösterdiğimi düşünüyorum. Ayrıca çeviri bilimle kurduğum yoğun ve derinlikli ilişkinin eşliğinde daha da çevirmeye çalışacağım eserlerle bu duyarlılığı istikrarlı bir biçimde sürdürmeyi amaçladığımı da belirtmek istiyorum.

‘Köprüler görülür, mimarları anılmaz’

Ali Abbas Yılmaz: Genelde çeviriyle kurulan kültür köprüleri görülür ancak ustaları es geçilir, ama LALİSTAN’ın çevirisinde adınız biraz daha öne çıkmış gibi görünüyor. Yanılıyor muyum?

Mustafa Aydoğan: Çevirmenlerin durumuyla ilgili saptamanıza katılmamak olanaksız. Diller ve kültürler arasında kurulan köprülerin mimarlarına yapılan ve tarih boyunca da süren bir haksızlıktan söz etmek mümkün. Çevirinin rolüne hep vurgu yapılır, ancak çevirmenin rolünden, yani bu edebi etkinliğin aktöründen söz edilmez. Köprüler görülür, mimarları anılmaz. Yani çevirmenin görünmezliği gibi bir sorun var ortada. LALİSTAN’ın çevirisinde de yanıldığınızı söylemek güç gibi görünüyor. LALİSTAN eserinin çevirisinde adımın biraz daha öne çıkmış gibi görünmesinin ise özel çabamın bir ürünü olarak değerlendirilmesi beni üzer. Bu durumun, dil, edebiyat, dilbilim ve özellikle de standartlaşma odaklı çalışmalarımın yanı sıra, ana diliyle mesafeli olanlarla yaptığım içten, düzeyli ve ilkeli tartışmaların etkisiyle ortaya çıkmış olabileceğini düşünüyorum. Daha önce de bu konuyla alakalı olarak değişik yerlerde yazar ya da çevirmen adının eseri gölgelememesine dikkat etmemiz gerektiğini belirtmiştim. Bu konuda şaire de tavsiyem hep “LALİSTAN’ı gölgelemekten kaçınmaya çalışalım!” olmuştur. Ne çevirmen olarak benim ne de şair olarak Metin Aydın’ın LALİSTAN’ın önüne geçmesini hoş karşılarım. Burada ilgi odağında olması gereken eserin kendisi olmalıdır.

‘Özellikle bu koşullarda “yuva”ya dönen her yazarın, Kürtçenin geleceğine ilişkin iyimser olmayı güçlendireceğine inanıyorum’

Ali Abbas Yılmaz: Çoğu yorumcunun bu türden çevirileri “yuvaya dönüş”, “aslına rücu etmek” olarak değerlendirdiklerine tanık olunuyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Mustafa Aydoğan: Sözünü ettiğiniz yorumcuların ana dile yapılan çevirileri “yuvaya dönüş” ya da “aslına rücu etmek” olarak değerlendirmelerini anlamaya çalışıyorum. Bunun, eserin temasının, içeriğinin yanı sıra, çok belirgin olan kültürel izlere dayandırıldığını da biliyorum. Bu konudaki saptamalara okuyucaları ikna edebilecek türden argümanların da eşlik etmesi gerekiyor. Yani bu konuyla ilgili bilgileri, argümanları ve deneyleri birbiriyle ilişkilendirip anlamlı bir yaklaşıma ulaşmak gerekiyor. Kuşkusuz, bu saptamanın ufuk açıcı ve anlam arayışı odaklı yoğun tartışmalara gereksinim duyduğu açıktır. Öte yandan sözünü ettiğim tartışmaların dışlayıcı ve baskıcı bir tutumla değil; düzeyli, düşündürücü, sorgulayıcı, ön yargısız ve daha da önemlisi, bu türden yazarların kendileriyle hesaplaşmalarını da sağlayabilecek koşulların yaratılmasını olanaklı kılabilecek yeni bir yaklaşımla yapılmasının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak burada eserin “ana dili”ne kavuşması ya da “yuvaya dönüş” gibi değerlendirmelerden çok, eser sahibinin “yuvaya dönüş”ünü daha anlamlı bulduğumu ve yeni üretimlerin bu “yuva”da, bu “yuva”nın diliyle yapılmasını daha bir önemsediğimi belirtmeliyim. Özellikle bu koşullarda “yuva”ya dönen her yazarın, Kürtçenin geleceğine ilişkin iyimser olmayı güçlendireceğine inanıyorum.

‘Kitabı Kürtçeye çevrilen Metin Aydın artık “istese” de Kürtçenin yetmezliğini dile getiremez’

Ali Abbas Yılmaz: Çeviri sürecinin şairde yarattığı etkiden de bahsedebilir misiniz?

Mustafa Aydoğan: Çeviri süreci aynı zamanda şairin kendi imgelerinin gücüne, temalarının, kurgularının çarpıcılığına, genel olarak  dilinin bu kadar etkili ve güçlü olmasına zaman zaman hayret ettiğinin de ortaya çıktığı, şiirlerinin ana dile yapılan çevirilerini dinlemekten, hem kendi kendine hem de başkalarına okumaktan daha çok heyecanlanıp zevk aldığına, gözlerinde beliren ışıltının tüm yüzüne yayıldığına tanık oldum... Öte yandan onda bir deprem etkisi yarattığını, birçok yaklaşımın yanı sıra, ana dili algısını da sorgulamasını sağladığını, ancak bu konuda radikal bir değişime uğrayıp uğrayamayacağını ön görmenin güç olduğunu, bunu zamanın göstereceğini düşünüyorum. Ama bildiğim bir şey var; kitabı Kürtçeye çevrilen Metin Aydın artık “istese” de Kürtçenin yetmezliğini dile getiremez. Kitabını inkar edecek değil herhâlde.😀

‘Asıl sorun, misafir olmak değil, yurt edinmekten kaynaklanıyor’

Ali Abbas Yılmaz: Ana dili dışındaki dilde “misafir olarak tanımlanan yazarlar konusunda ne düşünüyorsunuz?

Mustafa Aydoğan: “Misafir” demek ne kadar doğru, bilmiyorum. “Misafir” sözcüğünü “Bir yere veya birinin evine kısa bir süre kalmak için gelen kimse” diye tanımlıyor TDK Sözlüğü. Yazın alanında “Misafir” diye adlandırılan (kendilerini öyle gören) kalemlerin bu tanımlamaya uymadığını düşünüyorum. Sormak gerekiyor: Kısa bir süre kalmak için mi oradalar? Elbette, hayır! Söz gelişi Yaşar Kemal misafir değildi, orayı yurt edindi, Cemal Süreya ve Arapça yazan Selim Berekat da hakeza. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum ama ilişkinin niteliğini doğru değerlendirmek, adını doğru koymak gerekiyor. Çünkü asıl sorun, misafir olmaktan değil, yurt edinmekten kaynaklanıyor. Dolayısıyla isteseniz de istemeseniz de, kaleminizin bir özelliği, yazarlığınızın dili ve kimliği olarak görünüyor.

‘Kendi topraklarında -ana diliyle arasına mesafe koyarak- sadece başka dilde yazanları anlamak da o kadar kolay olmazsa gerek’

Ali Abbas Yılmaz: Ama başka ülkelerde de başka dillerde yazanlar var.

Mustafa Aydoğan: Elbette, başka ülkelerde de başka dillerde yazan yazarlar var. Normal koşullarda bu alandaki tercihleri saygıyla karşılamak gerekiyor. Örneğin; İngilizce bilen Orhan pamuk’un ana diline ek olarak kimi zaman ingilizce yazdığına tanık oluyoruz, ancak temel eserlerini Türkçe yazıyor. Onu Türk edebiyatının bir parçası, hem de önemli bir parçası yapan ingilizce yazdıkları değil, Türkçe yazdıklarıdır. Elif Şafak hem Türkçe hem de İngilizce yazıyor. Elif Şafak sadece İngilizce yazmış olsaydı, kuşkusuz Türkçede çevrilen yazar kategorisinde kalırdı. Çok sayıda oyun, roman ve öykü yazmış olan İsveç’in en önde gelen yazarlarından August Strindberg’in birkaç eserini, hatta yazarlığında dönüm noktası olarak değerlendirdiği 1897 yılında yayımladığı İnferno’yu da fransızca yazdığını, ancak bunu ana dilinden vazgeçerek yapmadığı için İsveççe edebiyatı denildiğinde hâlâ akla gelen ilk isimlerden biri olma özelliğine sahip olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Ayrıca bu tercihi ana dilini terk etme pahasına yapanların olduğunu da biliyoruz. Ana dili Yunanca olup İsveç’te yaşamını sürdüren Theodor Kallifatides İsveççe yazıyor. Ana dili Çekçe olan Milan Kundera Fransa’ya yerleştikten sonra Fransızca yazmaya başladı. Yine ana dili Arapça olan Amin Maalouf 1975 yılında Fransa’ya yerleştikten sonra ürünlerini Fransızca olarak kaleme almaya başladı. Önceleri Rumence yazan ve 1937’de Paris’e yerleştikten birkaç yıl sonra dil değiştiren Emil Mihai Cioran da Fransızca yazıyordu. Bunlara benzer çok sayıda örnek verilebilir. Bu tercihleri yadırgamıyorum. Yaşamak zorunda kaldıkları toprakların dilinde yazanları, sürgün edildikleri toprakların dilinde ürün verenleri, farklı nedenlerle yâr eylediği başka toprakların diliyle ünlenen kalem erbaplarını anlamak o kadar güç değil, ancak kendi topraklarında -ana diliyle arasına mesafe koyarak- sadece başka dilde yazanları anlamak da o kadar kolay olmazsa gerek. Bu eğilimi, sadece özgür bir tercihle ya da doğal bir asimilasyonla açıklamanın pek yeterli ve sağlıklı bir yaklaşım olamayacağını, bir halkın tüm özellikleri ve değerleriyle bir inkâra tabi tutulduğu tarihle yaşıt olan ve maalesef mağdurunun da düşünce yapısını belli ölçüde değiştirerek yeniden biçimlendirmiş bir dayatmayla, bir zor kullanımla, bir dejenerasyonla, korkunç bir tahribatla ve dahası, asırlık bir baskıyla desteklenip demografik yapıya yapılan çok yönlü bir müdahaleyle de beslenen doğal olmayan bir asimilasyonun yaşadığımız zaman dilimindeki boyutuyla ilişkili olarak değerlendirmek gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Adını andığım yazarlardan hangisinin ana dili yoğun bir asimilasyon kıskacında inliyordu? Bu dillerden hangisi yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı? Bu nedenle ana dili devlet güvencesinde kuşaktan kuşağa aktarılan, statüsü garanti altına alınmış olan İngilizce, Çekçe, Arapça veya Rumence olup başka dilde misafir olan yazarların tutumundan yola çıkarak ana dili asimilasyon kıskacında yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalan Kürtçe olup da başka dile “göç etmiş” yazarların tutumunu savunmaya çalışmamak, bu tutuma argüman aramamak gerekiyor. Birbirleriyle hiç ilişkisi olmayan durumların söz konusu olduğunu görmek gerekiyor. Dili özgür olmayanın kendisi de özgür olamaz! Yasaklanmamış, hor görülmemiş aşağılanmamış bir dilden söz etmiyorum. Dili yasaklanmamış, hor görülmemiş aşağılanmamış, eğitimi engellenmemiş, hayatın her alanında kullanılıp statüsü olduğu hâlde başka bir dili özgürce tercih etmiş Milan Kundera, Amin Maalouf, Emil Mihai Cioran gibi yazarlardan farkımızın daha iyi anlaşılması için kendim sorup yanıt vermek istiyorum.

·        Aşağılanan, hor görülen bir diliniz oldu mu hiç? Bizim oldu ve hâlâ oluyor.

·        Diliniz yasaklandı mı hiç? Bizim bir kere yasaklandı ve pratikte şimdiye kadar da sürüyor.

·        Sıkıştırıldığı evlerde bile rahat bırakılmayan bir diliniz oldu mu hiç? Bizim maalesef oldu ve ev alanı gittikçe daralıyor.

·        Sizin ana dilinizin sosyolojisine müdahale oldu mu hiç? Bizde sürekli oluyor.

·        Sizin çocuklarınıza ana dilinin dışında dayatılan bir dili bilmediği için “zeka engelli” tanısı konuldu mu hiç? Bizimkilere konuldu.

·        Çocuklarınız sizden koparılıp başka bir gruba nakledilmeye çalışıldı mı hiç? Bizimkiler bir asrı aşkın bir süre boyunca böyle bir uygulamaya tabi tutuldu ve bu uygulama hâlâ sürüyor. Ana dili kaybettirilerek başka bir gruba nakledilmiş olan milyonlarca çocuğumuz var.  Bu konuda tercihlerini saygıyla karşıladığım yazarlara sesleniyorum: İşte bu nedenle sizin gibi davranamıyorum!

Hoşgörünüze sığınarak, bu soru ve yanıtlarla ülkemizde bunun diğer ülkelerdeki gibi özgür bir tercih olmadığını, sözünü ettiğim dayatmanın ve asimilasyon politikasının bir ürünü olduğunu tespit etmenin önemli olduğunu göstermek istedim. Bu nedenle farkına varıldığı andan itibaren bu durumu sürdürmeye çalışmanın, zorun gölgesinde uygulanan asimilasyon poltikasının sonucunu kabullenmek olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Burada tartışmamız gereken asıl sorun, bu durumun doğal karşılanması ve üstelik herkesin de böyle karşılamasına yönelik öne sürülen argümanlar ve bu doğrultuda gündeme gelen dayatmalardır… Ayrıca Kürtçe söz konusu olduğunda ana dilinden başka bir dili tercih eden Kürt yazarlarının durumundan çok farklı olan kimi yazarların durumunun ön plana çıkarılıp argüman olarak sunulmasını anlamakta güçlük çektiğimi de söylemeliyim. Çünkü  herkesin ana dilini terk edip başka bir dili tercih ettiği gibi bir durum yok. Sadece farklı nedenlerle başka yerleri yurt edinen kimi yazarların o yerlerin dilini tercih ettikleri söz konusu. Ama öte yandan dünyada yazarların büyük çoğunluğunun bu tercihi ana dillerinden yana kullandıklarına tanık oluyoruz. Örneğin; Tolstoy ve Dostoyevski neden başka bir dili değil de Rusçayı tercih ettiler? Astrid Lindgren ve Selma Lagerlöf gibi yazarlar neden İsveççe yazdılar? Jack London, Ernest Hemingway ve Virgina Woolf’un eserleri neden ingilizce yazıldı? İngilizce, Fransızca, Latince ve Yunanca bilen Stefan Zweig neden Almancada ısrar etmişti? Ana diline ek olarak Fransızca ve Latinceyi bilen Umberto Eco neden İtalyancayı tercih etmişti? Aslında bu ve buna benzer soruların üzerinde iyice düşünmek gerekiyor.

‘Ana dilinde yazmayanların hayatlarının diğer alanlarında da Kürtçeye fazla yer yok’

Ali Abbas Yılmaz: Ana dile mesafeli yazarlar kategorisinin temel özellikleri iyice belirmeye başlıyor...

Mustafa Aydoğan: Evet, şimdiye kadar söylediklerimden de bu kategorinin temel özelliklerini çıkarmak mümkün. Ancak yinelemekte yarar var galiba. Ana dile mesafeli yazarlar derken kastettiğim, Kürtçenin yanı sıra, yazarların bildikleri diğer dillerde kalem oynatması değil bu tartışmanın konusu ya da bu eleştirinin hedefi. Ana dilinde hiç yazmayan yazarlardır, Kürtçenin maruz kaldığı duruma karşı pratikte pasif olanlardır, bu dile yapılan baskıları dert edinmeyenlerdir, ana dili terk edip başka bir dili tercih ederek hep o dilde yazanlardır. Asıl ilginç olanı da, ana dili Kürtçe olan bu tür yazarların çoğunun hayatında bu mesafenin sadece yazınsal etkinlikle sınırlı olmadığıdır. Dikkat edilirse, bu kategorideki insanların hayatlarının diğer alanlarında da Kürtçeye fazla yer yok, üstelik kuşaktan kuşağa aktarım gibi bir sorunları da hiç yok gibi.

‘Ana dilini terk etmeden bildiği başka bir dilde de kalem oynatan iki dilli bir yazarlar’

Ali Abbas Yılmaz: Kürtçenin yanı sıra bildikleri diğer dillerde kalem oynatanları farklı değerlendiyorsunuz... 

Mustafa Aydoğan: Elbette. Örneğin; yazarlık serüvenine “Qûtê salê” adlı Kürtçe eseriyle başlayıp değişik gazete, dergi ve internet sayfalarında çok sayıda kaleme aldığı Kürtçe makalelerini okuduğumuz, “Wenda” adlı Kürtçe derginin sahibi, Türkçede “Barbarlarla Beklerken”i okuyucularla buluşturduktan sonra “Ev Düşkünü Bazı Rüzgarlar”ı da yazan Mehmet Mahsum Oral, Kürtçeye mesafeli durmayan, ana dilini terk etmeden bildiği başka bir dilde de kalem oynatan iki dilli bir yazar. Her ne kadar son eserinden sonra artık ağırlıklı olarak Kürtçe yazmaya çalışacağını söylemişse de, bunu eserleriyle göstermesi gerektiğine inanıyorum. “Sê Deng”, “Keştiya Bayê”, “Pûnga li Bajêr” ve “Serê Şevê Çîrokek” adlı eserlerini Kürtçe yazan Selim Temo’nun Türkçe yazdığı eserlerin yanı sıra, Kürtçeden Türkçeye birçok çeviriye de imza attığı biliniyor. Başka bir dilde de yazmaya çalışırken, Selim Temo’nun ana dilini terk ettiğini iddia edebilir miyiz? Kuşkusuz hayır! Onun dil ve edebiyat alanındaki çalışmalarını ve özellikle ana dili sevgisini sorgulamaya çalışmak haksızlık olur. Ayrıca “Berbejna Rê”, “Deqên Qesas” ve “Matmayinên Ronyayê” gibi ünlü eserlerini Kürtçe yazan, Ahmet Telli, Murathan Mungan ve küçük İskender’in eserlerini de Kürtçeye çeviren önemli şairlerimizden ve Lîs Yayınevi’nin kurucusu Lal Laleş son eserini (Nora İstanbul Hiçtir) Türkçe yazdı. Ama bunu ana dilini terk ederek yapmadı. Her ne kadar bazen “iki dilli yazar” olduğunu iddia etse de, bazen de “Kendimi Türkçeye misafir ama biraz yatıya kalmış bir misafir olarak görüyorum.” dese de, aslında Kürtçenin yazarı. Çünkü zaman zaman Türkçe de yazdığı hâlde, yazdıkları, çevirdikleri ve yayınladığı eserler onun kimliğinin hâlâ ağırlıklı olarak Kürtçenin şairi, çevirmeni ve yayıncısı olduğunun hem tanıkları hem de kanıtlarıdır. Örnek olarak verdiğim ana diline sevdalı olduğunu düşündüğüm bu üç yazarımız Kürtçeye eserler kazandıran yazarlarımızdır. Türkçe de yazdıkları için söz konusu yazarları ana diline mesafeli duranlar kategorisine koymanın büyük bir haksızlık olacağını düşünüyorum. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu kategoride anılabilecek çok sayıda yazarın olduğunu biliyorum, ama takdir edersiniz ki, hepsini burada anmam olanaksız. Bu kategoride yer alabilecek özellikte olup da adını anmadığım yazarların hoşgörüsüne sığınarak aralarından sadece üç yazarımızı seçip örnek olarak vermek istedim. (Devam edecek…)

Editör: Ali Abbas Yılmaz