Tozlu ve eskimiş bir kasetçalar da müzik çalınıyor şimdi. Tüm bu sahneye el açıp bedeni teslimiyete davet ettim.

Erken vedaların acı kaybına merhaba diyorum.

Uçurtmalar tellere takılırken başlamıştı hüzünlerimiz. Yıllar geçtikçe misketlerin başka mevsimde ortaya çıkması kar/kış toprakla yoğrulmuş caddelerimiz.  Her sabah babamın daha uyanmadan baş ucumda ağıt bildiğim müzikleri dinlediğini sabahın ilk ışıklarında tütüne sarmış duyguları birde kaçak çayın tadı bambaşka bir durumdu.

Her şey o an babam için bir duyguda kalmıştı. Lakin benim için epey caydırıcıydı. Sürekli manipüle edip durduğum derin dengbejlerde babamın hatıralarını tazelemesini toy olduğumdan anlamamıştım.

Dengbejler

Yılların bizi sağa sola savurduğu yelkovan ile akrebin birbirlerini takip ederek zamanla hatıralar, sevgiler, öfkeler, pişmanlıklar, kaybedişler gibi duygularda yoğruldum.

Bu yaşıma kadar gördüğüm ve kendimde unutamadığım her yaşantıyı sineme çekerek düşündüm. Müziğin evrenselliğine kendime pay çıkartmayarak  ma uzun yıllar sonra bunu çaresizce anladığım, babamın hatıralarında saklı o dengbejleri yıllar sonra anlam yüklediği her hecesi kültürü, yaşantıyı, haksızlığı ve o zamanların tüm olumsuzluklarını barındırıp derin duygu seli hissiyatı oluşmuştu. Bu denli önemli bir ayrıntıyı kaçırdığıma mı yanayım yoksa o yılların babamda olan farkındalığına mı sevineyim bilemedim.  Belki de yıllar sonra babamın baba yadigarı çantasını karıştırdığımda elime gelen ilk kasedi bulduğum an bir hayli heyecanlanmıştım. Kasetin etrafı, boyası kazılmış bir hastane duvarını andırıyordu. Çantasında epey anı biriktirmişti. Bir hazine bulmuş gibi seviniyordum. Heyecanla  annemin çeyiz sandığında olan kaset çaları çıkardım.

Kasetin üstünde aşiretin en soylusu dengbej (İzzeddin Remâki) yazıyordu. Babam bunu yazarak beni bir hayli eskilere götürmüştü

Elimle aldığım gibi kasetçaları fişe bir hışımla taktım.

Nefes nefese kaldığım bu merak duygusundan bir an önce kurtulmak istedim. Sonunda taktığım gibi kaset çalar yavaş yavaş çalmaya başladı. Kaset çalar beynimi zonklar derecede ses çıkarıyordu. Sanırım kaset geri sarıyordu. Tüm gerçeklerden bir an olacağımdan korkmuştum. Nihayet başka bir düğmesine bastığımda o derin hatıralar, derin anılar,  yaşanmışlıklar birde aşk vardı tüm müziklerinde.

Dengbej, yükseklere seslenince köyün en nadide sesi en çıplak sese kulak vermiştim. Beni bir zamanlar rahatsız eden bu dengbejleri kaset çalar ile göz göze geldiğimi anladığımda dengbejin  özü sözü derin bir yaşantıyı anlatıyordu.  Kaybetmişti tüm varını yoğunu sanırım köyde derin bir kavgaya o zamanların töre olaylarını köyün içinde dönen fitneleri anlatıyordu.

"Lawiko Dino

Ji bo xatirê Xwedê, xwezî ez dîn bibûma, ne aqil bûma û muzîka min bibûya yekane şahidê tiştên ku ez di vê temenê de dibînim.

Di vî warî de ez çiqas hişyar bikim jî, dîsa jî mirov guh nade muzîka min, lê muzîka min aliyê herî bi êş ê vê serdemê tîne ziman.

(İzzeddin Remâki)

Müziğini o yılların en acı tarafıyla sanata döküp derdini, sesini bireylere ulaşması için haykırıyordu.

Kültürün bu can alıcı çağı çoğu kaybedişe neden olmuştu. Her çağın gerekliligine uymayan ve bu gerekliliği kötüye kullanan niceleri vardır; toprakla birleştiler.  Sanata ve sanatçıya yıllar sonra ulaşmanın acısını yaşasam da dengbejlerin özüne indiğimde çoğu kez yaşananları tıpkı şairlik gibi  yansıtıp aşıklarını bu kültürde  haykırdığını gördüm. O yıllar ölümün kıyısında olan fitnenin ve kötülüğün boy gösterdiği çağda, işte bu gibi sanat anlayışının bizim gelecekte ışık olmaları adına seslerinden çok ruhlarıyla seslendirdiği müzikler çağımıza ışık olmayı başarmıştır.

O çağın her türlü haksızlığını, açlığını, susuzluğunu ses tellerine asılı bırakıp göç etmişlerdir. 

Her yaşantı bir nota, her insan bir yaradır.

Müziğin bu denli evrensel olması bu yüzdendir.