Herkes Hahoo diyor, hahoo ediyor şimdiki eşkiyaların elinden... Ahh nerde o eski eşkiyalar dediğimiz yarısı sarı yarı kırmızı günlerin ertesindeyiz...

" 35 yıl önce Cudi'de yakalanan eşkiyaların hepsi ya hastalıktan ya da iç çatışmalardan öldü biri hariç." diye başlayan bir uzun yolculuktun, sen sevgilim... Oysa hasta olmayan Halfeti de ölmüştü sevgilinin kollarında. Gözleri açık hem de. Ve henüz kimse bilmiyordu onun dışında kardeşi Hasankeyf'in de kanser olduğunu ve bir gün, hem de çok yakında sırtından vurulacak bir kurşunla ihanete uğrayıp öleceğini...

Mem Halfeti, Zin Hasankeyf idi. Mem ile Zin'i ayıran ihanetin adıydın sen, Beko olarak. Ben ise modern zaman ihanetlerinin adı Halfeti ve Hasankeyf'i ya da kejê ile Baran'ı bir baraj ile haraç arasındaki ince çizgide ayıran Berfo idim... Berfo ihanet ile evladını arayan bir ananın çığlığı arasındaki bir martı gelgiti idi.

Yılmaz Güney hayranı olan babasının esinlenmesiyle İnce Cumali filminden adını alan ve beyaz bir kirlenmişlik kuryesi olan Cumali ise Emel'in abim diye tanıttığı alçaklığın everesti Sedat tarafından ihanetin en büyük gişe hasılatıydı (Eşkiya filmi.' 1989'dan sonraki dönemde, gösterime girdiği 1996'dan 2001 yılına kadar Türk sinemasının en yüksek gişe hasılatı elde eden filmi ve dönüm noktası oldu )tüm ihanetlerin zırva ve zirve' kirlenmişliğinde. Çünkü seven sevdiğinin en büyük kurbanı idi bu topraklarda her zaman...

Modern zaman Eşkiyaları da yoktu ki aşı karşıtlığı yapsın ve biz susanlar için adalet sağlasın...

Hem bir zamanlar Amerika'da değil ülkemiz ve tüm yaralarımız. Ama gel gör ki her yerimiz ve sevdalarımız hem tek saz hem de Teksas... Yaralarımız ve iç kanamalarınız var artık; her sevişmenin ardında... Bir de kenelerimiz ve kefenlerimiz...

Hani eşkiyalar dünyaya hükümdar olmazdı sevgilim? Umudun adı olan eşkiyalar öldü çoktan. Şimdilerde ise çakalların at koşturduğu eşkiyalar egemenlerin kucağında dünyaya hükümdar oldu...

"Hem bugün çok faşist bir yağmur yağıyor kocaman bir şemsiyenin altında toplanmak gerekir diyordu." Ferhan Şensoy ferhengi şeylerde...

İstanbul bir beyefendi Eşkiyasını (çünkü egemenlerin yahut ezenlerin başkaldıranlara verdiği en masum isimdi hep aslında eşkiya)daha kaybederken bugün henüz 1996'ların 12 Eylül sonbaharıydı ve kırmızı karlar yağıyordu gökten. Şener Şen'in eşkiya olarak karşımıza çıktığı zaman...

Kontrollü kontrolsüz bir patlamanın haliydi yaşanan döllenme. 1989'dan beri yerlerde sürünen Türk sinemasının yeniden ayağa kalkışının sessiz devrimiydi Eşkiya...

Ne gelen var, ne de beklenen vardı dağlarda ve çırılçıplak idi şimdi eşkiyalar... Hasret özlem ve tüm sevdalar dağlara ve eşkiyalara idi bir zamanlar... Eşkiya'ydı ama adalet idi halkın gözünde ve dahi asalet.

Ah o eski zaman eşkiyaları... Karaadilli sinirlerimi bozan Tatarlı çocukların köstebek yuvaları gibiydin her daim. Çay yolunda içilmesi gereken sınırsız ve tahamülsüzsün. Üstüne üstelik mülksüz bir hükümdar ve orantısız bir tırın yahut bir otobüsün orantısız üzüm çiçeği gibiydin.

Nasipsiz ve öfkeli başımda sen yoktun sevgilim/Eşkiya'm. Ahmet Kaya vakitsiz ağladıkça yağmurdan mı aşktan mı bilemiyorum, üstelik midemde bulanıyor;' ama göreceksin sessizde, sensizde göreceksin dağlarımız yeşerecek. Bu yoldan dönenler de oldu mum gibi sönenler de. Yar koynuna baş koymadan ölenler de oldu; ama pir sultan gibi dönenler dönsün ben dönmezem deyip yolundan dönmeyenler de.

Olanlar oldu, ölenler öldü, ben vuruldum, sen öldün.

Bir tek Eşkiya kaldı.

Bir şehrin ölüsü avuçlarına,

senin yokluğunun hasreti ise yağlı ve ak saçlarıma düşüverdi bir damla gözyaşı gibi.

Şehirler bombalanırken ve herkes hüzünbaş ikinci el sevişmelerdeyken bir tek o kaldı.

Kejê'nin aşkına lál oldu.

'Yıldızlarda yeniden doğmaya uçtu Berfo Beko ile İstanbul çöplüklerinde bozulurken ihanetin kaçınılmaz tükenmişliğinde.

İki şehir tabelasının üst üste kazılmış iki mezar gibi Tanrı'nın bile bu kadar yalnızlığa istemeyeceği bir yerdeyim... Ve ne sen varsın ne de bir ses, sevgilim/Eşkiya'm...

Her yer Suvermez bir de üstüne Yazıhöyük... Dereçineliler ise derewçi olmadılar hiçbir Hitit tabletinde ve hep dik oldular elif misali, Eşkiya misali...

Bak da gör yine diz çöktü, bir dalkavuk bizim köyde. Sizin köyde ise korku filmi çevirmede bir lavuk ile bir tavuk...

Al eline bir matara hem su iç hem de tazele abdestini. Sonra da bir elham oku bir de bir bakara... Ruhuna el Fatiha diyelim gitmesin öbür dünyaya eşek diye...

Anlat, anlat ya da boşver anlatma; nasılsa bizim köyde de sizin köyde de çoktur, eşşek... Ve dahi bu eşekler anlamaz, ne hoşaftan ne de laftan...

Seviyorum seni Eşkiyam/sevgilim ve sana çok selam ederim nokta. Ellerinden, ellerinden öperim; bütün umutlarım sende anlıyor musun sevgilim/Eşkiya'm?

Her ölüm ilk ölüm olsa da' Yunus gibi bağır, bağır Sevgilim /Eşkiya'm,

“Ölümden ne korkarsın

'korkma

ebedî varsın”

de ve aşka atla yıldızların koynunda; Kejê/aşk bekler seni...

Hem korkma sen yine de kimse olmazsa bile ben eski zaman eşkiyası olur yine de seni beklerim...