Maraş merkezli depremlerde resmi verilere göre, şu ana kadar 50 bin 96 kişi hayatını kaybetti, bunlardan 6 bin 807’si ise mülteci. Toplumsal dayanışmayla depremin yaraları sarılmaya çalışılırken, Aile ve Çocuk Psikoloji Danışmanı Dolunay Canbulat, deprem sonrası yaşanan travmaya ve psikolojik sürece ilişkin konuştu.

Deprem gibi olağanüstü bir olay ardından bireylerin genellikle güven kaybı yaşadığını ifade eden Canbulat, kişilerin kendilerini; çaresiz, yalnız, suçlu, korkmuş ve karamsar hissettiğine dikkat çekti. Canbulat, böylesi bir sürece maruz kalan kişilerin yaşadıklarını şu sözlerle aktardı: "Bazen bireye yaşadığı durum o kadar ağır gelir ki sanki o an orada değilmiş gibi görünebilir. Söylediklerimizi takip etmekte, anlamlandırmakta zorlanabilir. Bulunduğu durumdan utanç duyabilir. Düşüncelerinin karmaşıklığında kaybolabilir. Unutkanlıklar, baş dönmesi, uyku bozuklukları, bedensel ağrılar, mide bulantısı görülebilir. Tetiktedir,  gözlerin avizeye kitlenmesi muhtemeldir. Flashbackler olabilir. Levine ve Frederick (2013), travma sonrasında meydana gelen titreme, terleme gibi tepkileri hayata yeniden dönüş olarak nitelendirir. Onlara göre donup kalma/hareketsizlik travma sonrası açığa çıkan enerjinin atılamaması anlamına geldiğinden uzun vadede kalıcı hasar bırakabilir. Gönüllüler öncelikle gelişen bu tepkilerin olağanüstü duruma verilen normal tepkiler olduğunu bilmeli. Depremden etkilenen bireylerin hayata yeniden dönme tepkilerini bastırması yönünde yönergelerden kaçınmalı."

'Güven kaybı'

Depremin en sarsıcı yanının birçok insan için "güven kaybı" olduğunun altını çizen Canbulat, güven yitiminin aynı zamanda insanların şüpheci ve diken üstünde olmalarına neden olduğuna değindi. Canbulat devamla, "En temel ihtiyaçlarımız arasında olan 'kontrol duygusunu' yitirmiş bireyler için belirsizlik dayanılmazdır. Bir anda işsiz, yersiz yurtsuz, kelimenin tam anlamıyla dımdızlak kaldılar. Bu gerçekle yaşamanın ne kadar ağır olduğunu tahmin etmeye çalışsak da tam anlamıyla kestirebilmemiz ne yazık ki mümkün değildir. İnsanlar olarak sandığımızdan çok daha güçlüyüz. Bir şekilde bu çukurdan da çıkacağımıza inanıyorum. Ve belki de bu süreçte çok daha güçlü biri olacağız. İçimizde gün yüzüne çıkmayan yanlarımızı fark edeceğiz. Önceliklerimizi değiştireceğiz. Hayatımızı daha anlamlı yaşamaya başlayacağız. Tıpkı topun sıçraması için yere değmesi gerektiği gibi. En büyük çöküşler en büyük yükselişlerin habercisi olabilir. Bazı şeyler bizim elimizde değildir, o şeylerle ne yapacağımızsa bizim elimizdedir" diye konuştu.

'Anlıyorum kelimesinden uzak durmak gerekir'

Deprem bölgesinde olan ya da olmayan birçok insanın her detaydan haberdar olma çabası içerisine girdiğini söyleyen Canbulat, depremi deneyimlemeyenlerin ekrandan izleyerek travmatize olabileceği konusunda uyardı. Bu noktada haber kaynaklarına ayrılan vakte sınır koymak gerektiğini de belirten Canbulat, depremde yakınını kaybedenler ve enkaz altından çıkarılanlar için psikolojik desteğin nasıl olması gerektiğine dair de şöyle konuştu: "Öncelikle anlıyorum kelimesinden uzak durulmalıdır. Ruh sağlığı uzmanı da olsak böylesi bir acıyı yüzde 100 anlayabilmemiz mümkün değildir. Anladığımızı iddia etmek karşımızdaki insanı öfkelendirebilir. Şefkatli, sakin, yumuşak bir ses tonuyla 'Seni tam anlamıyla anlayabilmem mümkün değil farkındayım. Yaşadıkların çok özel. Elimden geldiğince seni anlayabilmek için buradayım. İstersen konuşabiliriz. İstersen birlikte susup bekleyebiliriz. Şu an sana ne iyi gelecekse onu yapabiliriz' gibi cümleler daha empatik olacaktır. Önemli olan güvenli bir ortamda, güvendiği insana, kendi belirlediği ölçüde yaşadıklarını ifade edebilmesidir. Böylece olayı deneyimlediği andaki korku, güvenli ortamla birleşir ve artık korkuya bir miktar güven de eşlik etmiş olur. Bireyler anlattıkça beyin travmayı çözümler. Yine de konuşması için ısrar edilmemelidir. Şu an yardım almayı reddetseler de istedikleri zaman ulaşabileceklerinin teminatı verilmelidir."

'Çözümler üretilmesi gerekir'

"Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, travmanın içeriğine yönelik merak duygumuzdan kaynaklanan sorular sormamaktır" diyen Canbulat, "Soru sorulduğunda insanlar cevap vermek istemese de o çaresizlik içerisinde cevap vermek zorunda olduğunu düşünebilirler. Ve bu ikincil travmalara neden olabilir. Yaşadığımız kaygı gerçekçi bir kaygı. Bu nedenle öncelikle kaygımızın kaynağına müdahale edilmesi gerekiyor. Bizim kontrolümüzde olmayan kısımlara yetkili kişilerce çözümler üretilmesi; bizim kontrolümüzde olan (eşyaları montelemek, deprem çantası hazırlamak vs.) kısımlarda ise bizlerin çaba göstermesi öncelikli olmalı. Tüm bunların dışında kendimiz için yapabileceklerimize yardımcı olması adına kısaca BASIC-Ph modelinden bahsedebilirim. Kimine depreme ya da travmanın doğasına yönelik bilgi sahibi olmak iyi gelirken kimine duygularını ifade etmek iyi gelebilir. Bazı inanç sistemlerine göre dua etmek bazı inanç sistemlerine göre kitap okumak işlevseldir. Kimi meditasyon yaparak sakinleşebilirken kimine spor yapmak mutluluk verir. Bazıları kendi sosyal çevresinden destek alarak kendini toparlar bazıları ise bir uzmanla görüşmeye ihtiyaç duyar. Kendimize neyin iyi geleceğini en iyi kendimiz bilebiliriz" ifadelerini kullandı. (Kaynak: MA)

  

Editör: Ali Abbas Yılmaz