Mavi gök, kızıl yer ve gözlerin kadar güzel, kalbin kadar vicdanlı  (!) başkent Ankara'ya and olsun ki siz kazanmadınız! Biz kazandık.. İnandık, iman ettik omuz omuza direndik ve kazandık...

Şimdi siz o ellerinizle gidip çocuklarınızı mı seveceksiniz... O öğretmenleri dövdüğünüz vicdansız ellerinizle çocuklarınızın başını mı okşayacaksınız?

O kin ve kokan nefret

kokan gözlerinizle mi bakacaksınız sevgilinize?

O hakaret eden, bağıran lal dillerinizle bir kadına sizi seviyorum nasıl diyeceksiniz?

O sağır kulağınızla bir serçenin şarkısındaki notaları nasıl duyacaksınız? Sevdaya aşka ihanet aralayan dudaklarınızla mı öpeceksiniz eşinizi utanmadan? O gazlarda bir ağacı boğmaya çalışan burnunuzla bir çiçeğin haysiyetini kırıp nasıl koklayacaksınız çiçeği?

Bak gör bir kertenkele  geçti şuradan az önce. Bir çiçeğin kalbi atıyor şuracıkta, hisset. Bir ağaç gülümsüyor güneşe avuçlarımda, dokun. Bir deniz Neşet Ertaş türküsü söylüyorum söylüyor, dinle... Yolcu... Nafile artık sana kapandı yollar. Çaresiz gönül ve insanlık neylesin seni ey hodbin...

Karınca bile incitmeyiz ki bile 'den incir karınca diyen bir neslin çocuklarıydınız hani? Ecdadınızın kemikleri sızlıyordur şimdi sizin için evlatlarınız için onurlu bir yaşam bırakmaya çalışan öğretmenlere saldırdığınız için...

Topları yoktu, tüfekleri yoktu, biber gazları yoktu, copları da yoktu... Kocaman yürekleri buna dahil değildi. Üstelik siz onların dört yahut beş katıydınız...Orantısız bir güç vardı elbet ortada onu da siz düşünün.. Belki ıslah olursunuz.

Biz öğretmenler diz çökmedik onu da siz düşünün, düşünebilirseniz. Ha bir de kendi aralarında konuşurken duydum öğretmenlerden: "Acımadı ki acımadı ki!" diyerek kocaman ve  en güzel devrimci gülümsemeleri  ile   selam gönderiyorlardı devrimci direnişe...

Orantısız bir zeka ve en önemlisi de orantısız bir vicdan sorunu da vardı sizin aleyhinize ... Ama onlar dün korkmadılar ve direndiler. Bugün de direnmeye devam ediyorlar ve yarın da direnecekler...Çünkü onlar da sevgide inanmışlık.. Mücadelede korkusuzluk var.. Ve biz işte buna Aşk diyoruz...Ama siz ne anlarsınız?

Mavi gök, kızıl yer ve gözlerin kadar güzel, kalbi vicdanlı(!)başkent Ankara'ya and olsun ki siz kazanmadınız! Biz kazandık.. İnandık, iman ettik omuz omuza direndik ve kazandık...

Şimdi siz eve gideceksiniz akşam bir meyhane akustiği yorgunluğunuzla...

Evladınız size çalınmış bir hasretle ve dondurucu bir özlemle size sarılacak ya utanmayacak mısınız hiç? Hiç mi...?

Sonra saçları maviye çalan örüklü ve ela gözlü hayat suyu kızınız size aslında cevabı olmayan sorular soracak ve karşılıklı yorgun Agora meyhanesi bir diyaloğa gireceksiniz:

—Babacım nasılsın, iyi misin?

—İyiyim; ama çok yorgunum

—Ne oldu babacım?

—Öğretmenler vardı onlar yordu kızım.

—Ne için yordular ki canım babamı, canım öğretmenler?

—Eylem yapıyorlardı.

—Ne için, ne eylemi?

—Neymiş sizin içinmiş güya. Hatta soruyorlardı: *Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız ya siz?"

—Peki siz ne yaptınız?

—Dövdük onları...

—Ama neden babacım size mi saldırdılar?

—Em, küm, em, yani şey....Yok, şey, yani kızım rahat durmuyorlardı

—Ne yapıyorlardı ki, rahat durmuyorlardı?

—Türkü söylüyorlardı, halay çekiyorlardı, misket oynuyorlardı ve slogan atıyorlardı...

—Ama ama baba siz nasıl öğretmenlerimizi döversiniz ki şimdi çok üzüldüm gerçekten. Hem de senin yapmana çok kızdım, bir daha seninle konuşmayacağım. Küstüm...

Hem hatırlıyor musun sen? Bir gün mutfakta büyük cam kovanozu kırdığımda.Hani senden çok korkmuş ve saklanmıştım saatlerce ya..Sen beni bulduktan sonra ben ağlayıp: "Ne nolursun, beni dövme babacığım." dedikten sonra  sen  demedin mi: "Ne olursa olsun kimse dayak yemeyi hak etmiyor." Sonra ne oldu biliyor musun ben bir daha hiçbir şey kırmadım ve seni üzecek hiçbir şey de yapmadım. Asla senin sevgini boşa çıkarmadım...

—Ama şey, kızım...Ama onlar hakketi...

 —Baba! Lütfen yapma! Komik olduğunu mu düşünüyorsun yoksa? O senin dövdüğün öğretmenim, okulda Ahmet yaramazlık yapınca ve hepimiz: "İnşallah öğretmen döver de Ahmet'in  aklı başına gelir. "dediğimizde ne demişti. biliyor musun: "Evlatlarım, canlarım, kuzularım yapmayın, etmeyin  böyle. Sizler benim ciğerlerimsiniz ben nasıl kıyarım ciğerime.. Hem dayak insan haklarına aykırı ve hiçbir insan da ne olursa olsun böyle bir muameleyi hakketmiyor..."

—Evet, haklı öğretmeni;  ama bu ayrı, o ayrı. Yani şey...Hem biz yapmadık ki  yapmak zorunda kaldık.

—Nasıl yani? Zorunda kaldık ne demek?

—Talimat geldi bize!

—Ne talimatı?

—Vue talimatı!

—Kimden?

—Büyüklerimizden!

—Ne kadar büyüklerimizden?

—Çok büyüklerimizden!

—Neden?

—Bilmem öyle dediler! Akşama kadar oyalayın, yalan söyleyin, kandırın onları dediler; aynısını yaptık. Akşam da vurun dediler, vurduk!

—Peki bir gün o çok, çok, çok büyük ve her şeyden büyük, kocaman büyükler kızını döveceksin derlerse; beni de mi dövecek misin?

Elbette hayır diyecek oldu ki baba...

Kız parmağını babasına dudaklarına götürürken yanaklarına süzülen tek damla gözyaşıyla:

—Sus! Baba sus artık! Daha fazla yalan söyleme ve kirlenme  istersen.. Talimatlar, talimatlar ve otomatik portakallar....