Sahavet Hanım Ne Yaptı?

Ben uyandım / İlyas'ı dürttüm, o da uyandı / Bizim sesimize Sahavet Hanım da uyandı / Elimizi yüzümüzü yıkadık /Sabah çişimizi ettik /Giyindik / Doğru işe... // Dostum İlyas'la beraber / Saat 12'ye kadar çalıştık / Bir saat dinlendik / Sonra 6'ya kadar yine çalıştık / Sahavet Hanım bilmiyoruz ne yaptı... // Akşam oldu, sular karardı / Ben 260 kuruş aldım / İlyas da o kadar / Sahavet Hanım 35 lira aldı…

Sahavet Hanım ne iş yapar öğrenmeden önce Metin Eloğlu’nun yaşam öyküsüne, şiirine ve şiir yolculuğuna kısaca göz atalım dilerseniz.

11 Mart 1927'de İstanbul'da doğdu. Yazı ve şiirlerinde "Mehmet Metin", "Mehmet Emin", "Ali Haziranlı", "Etem Olgunil", "Nil Meteoğlu" takma adlarını da kullanan Eloğlu, Üsküdar Sultantepe Ortaokulu'nu bitirdikten sonra Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde yüksek öğrenim gördü. Seyfi Toroy, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Zeki Kocamemi'nin atölyelerinde çalıştı. Düşünceleri nedeniyle bir süre tutuklu kaldı ve akademiden kaydı silinerek askere alındı. Askerlik görevini disiplinsizliği yüzünden askerliği beş yılda bitirebildi.' Ressamlığıyla da tanınan Eloğlu'nun yazın yaşamı 1943’te Kovan dergisinde Mehmet metin imzasıyla yayınlanan “Sabah Şarkısı” şiiriyle başladı. 1944’te yine aynı imza ile Servet-i Fünun-Uyanış dergisinde “Balıkçı Çocuklar Şehri” isimli öyküsü yayınlandı. Sonrasında kendine özgü bir dil ve mizah anlayışıyla oluşturduğu yaşamda karşılaşılan bozuk, dengesizlik, düzensizlik konularını acımasızca eleştiren, taşlayan şaşırtıcı şiirler yazdı. Kendi yaşama koşullarının ve çağının tanığıydı şiirleri. Sonraki yıllarda Varlık, Yaprak, Yenilik, Şiirler Yaprağı, Türk Dili Dergisi'ndeki şiirleriyle genç şairlerin önde gelen temsilcilerinden biri oldu. İmgeyi ön plana çıkaran şiirleriyle İkinci Yeni'ye yaklaştı. Sonrasında kapalılığa ve soyuta çok yaklaşan aşırı deneylere girişti. Öykü ve eleştiri yazıları da yazdı. Yaşamını sanatıyla kazandı. 11 Ekim 1985'te İstanbul'da hayatını kaybetti.

Metin Eloğlu şiiri ilk örneklerini şiirsel söylemi esas alarak, hecenin ve öz şiir anlayışının karşısında duran Garip akımı gerçeğinde verir. İlk üç kitabı tamamen bu akımı temsil eder ama sürekli bir dil arayışında olan Metin Eloğlu, daha sonra yayınlanan kitaplarıyla İkinci Yeni’nin kıyılarında dolaşır, daha kapalı daha soyut şiirler yazar. Kimileri şairin adını İkinci Yeniciler arasında saysa da, Asım Bezirci ile yaptığı bir söyleşide;

-Evet, diyelim Memet Fuat, rastgele bir yazısında böylesine bir suçlama yapmışsa, bunun tersini ispatlamak için niçin gücümü üzeyim? diyerek bunu reddeder ve İkinci Yeni’nin ilkesiz bir akım olduğunu, oysa kendi şiirinin öncelikle içlem, öz olarak hep bir ilkesinin ve düzeninin olduğunu söyler.

Metin Eloğlu şiirleri dilsel özgünlük, aşırı özgürlük, biçem, tematik yapı ve şairin hiç gocunmadığı arayışlarla kendine özgü bir yapı oluşturmayı başarmıştır. Daha önceki zamanlarda genellikle üst tabakaya yazılan şiirlerin aksine, Eloğlu şiirleri en üst tabakadan en alta kadar hemen her kapıyı çalmış ve kapıyı açan her bir karakterle bütünleşip, bunu bize objektif bir bakış açısıyla ulaştırabilmiştir. Şiir diline ironi, humor, argo, mizah,' hiciv ve öfke hâkimdir. Sivri dillidir. Bu dil onun şiirini söylem açısından zenginleştirmiş ise de, kimi zaman da eleştirilmesine sebep olmuştur. Mehmet H. Doğan onu ve şiirini şu cümleyle ifade eder: “Öfkesi çoğu zaman kınındaydı Metin’in, ama kından nasıl hızlı, göz açıp kapayıncaya kadar çıktığını fark edemezdiniz. Şiirinde de öyle.”

Eloğlu’nun şiir anlayışı, Orhan Veli-Melih Cevdet-Oktay Rıfat üçlüsünün şiir anlayışına bağlıdır. Bu anlayışın özellikleri şunlardır:

“Beylik kalıplar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalmış kalmış şiire yeni imkânlar arayalım dedik. (…) İlk işimi bilinen sanatları bir tarafa bırakıp, şiiri bu sanatlar dışında şiir yapan özellikleri aramak oldu. Çünkü “teşbih, istiare, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayâl zenginliği tarihin aç gözünü artık doyurmuştur.” Şimdi “teşbihle istiareden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan” bir şiire ihtiyaç vardır. “Şiir bütün hususiyeti edasına olan bir söz sanatıdır. Yani tamamıyla manadan ibarettir. Mana insanın beş duygusuna değil, kafasına hitap eder.” Onun için, “eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şairanenin aleyhinde bulunmak lâzım”dır. “Şiirde hücum edilmesi lâzım gelen zihniyetlerden birisi de mısracı zihniyettir.”

“Şiirde ahenk vezinle kafiyenin dışında, vezinle kafiyeye rağmen mevcuttur.”' [Orhan Veli- Yaprak dergisi]'

Şiirin bıçkın delikanlısı ve asi şairi diye de adlandırılan Metin Eloğlu şiirlerinde öyküleme sık kullanılmış, eleştiri başlıca unsur olmuş, dil zorlanarak yeni arayışlara girilmiş, yukarda sözü edilen “ herkesin kullandığı kelimeler” tarifinin dışına çıkarak sözcüklerle oynanmış ve yeni sözcük denemeleri yapılmıştır.' “Ayşelemek, maviltmek, utkun, yıprak, kuşmaz, üflentilik, tohumgaç, öleç, ölek, örtünek, düncül, eşcil, İstanbulsamak, şarapsamak, kuşlamak, yatsılamak, zurnabalığı, hindibalığı” gibi. Şiirlerinde ressamlığının etkisi görüldüğü de yadsınamaz. Özellikle doğayı içeren şiirlerine bu renkleri bolca taşır. Kimbilir belki tuvallerinde de okuyamadığımız bir dilde şiirleri yazılıdır…

Turgut Uyar :“Kuşkusuz her şirin, her sanatçının yapıtı, ölçüleri değişik olsa da kendi kişiliğine bağlıdır. Odak, sanatçının kendisi olduğuna göre, bu bağlılık kaçınılmaz bir olgudur. Metin Eloğlu’nda bu bağlılık, neredeyse ayrılmazlık katına varır. O kadar ki, şiirlerini çözümlemek, açıklamak, bir bakıma onun kişiliğini açıklamak demek olur. Birçok şairin ortaklaşa sözcüklerle anlattığını, hatta anlatmak zorunda kaldığını, o kendi yaşantısının, kendi kişiliğinin sözcükleriyle anlatıverir. Kanımca, şiirini onca özgün kılan da ilk bu özelliğidir. Şiiri bu yüzden hemen tanıtır kendini ve Eloğlu’nu tanımlayan bir ülke kurar.”

Behçet Necatigil ise : “Şiirlerde zalim bir istihza, dokunaklı bir alay havası esiyor.” diye yazar Metin Eloğlu için...

Yeniden Sahavet Hanım’a ve onun nezdinde diğer Metin Eloğlu kadınlarına dönecek olursak, İş Güç Sahipleri şiirinde;

Ben uyandım / İlyas'ı dürttüm, o da uyandı / Bizim sesimize Sahavet Hanım da uyandı / Elimizi yüzümüzü yıkadık / Sabah çişimizi ettik / Giyindik / Doğru işe... // Dostum İlyas'la beraber / Saat 12'ye kadar çalıştık / Bir saat dinlendik / Sonra 6'ya kadar yine çalıştık / Sahavet Hanım bilmiyoruz ne yaptı... // Akşam oldu, sular karardı / Ben 260 kuruş aldım / İlyas da o kadar / Sahavet Hanım 35 lira aldı diyerek şiirlerinde sıklıkla geçen “orospu” sözcüğünü kullanmadan Sahavet Hanım’a bu yaftayı yapıştırırken, ne şişi yakmış Metin Eloğlu, ne de kebabı.

Sen bana bu akşam eve geç geldim diye kızıyorsun / Üstelik ayakta duracak halim yok diye kızıyorsun / Seni öpüp koklamadım diye / Ekmek almayı unuttum / İlacını yaptırmadım diye kızıyorsun / Ben de olsam kızarım derken Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim eden şair, Boynumun Borcu’nda ise ısrarla kendisine şiir yazmasını bekleyen bir kadına:

Leman hanım / Size bir şiir borcum vardı ya / İşte onu ödüyorum diyecek kadar da kibardır!

1950’li yıllardaki makineleşme ve tarım alanındaki patlamanın getirdiği göç, köyünde “Hacıağa”' diye hitap edilen insanları kent hayatının yeni zenginleri yaptı. Bunun dışında yine makileşme sonucu işsiz kalan ırgatlar da bir fabrikada işçi olmak umuduyla kentin yolunu tuttu. Yerleşik ve daha çok azınlıklardan oluşan burjuvaziyle kentlerin yeni zenginleri ve de fakirleri birbirlerinden çok uç noktalarda yer alsalar da, yeni gelenlerin imrenileri, yozlaşma ve kültür karmaşasının başlıca nedeni oldu… Metin Eloğlu en çok da öz benliğini kaybedenlere kızarak yaklaştı şiirlerinde. Halka tepeden bakan burjuvazi, eski zenginler, kentin yeni zenginleri Eloğlu şiirinin ironi ağırlıklı dizelerinde yerini aldı. Bu karakterler aşağıda şiir örnekleriyle birlikte yer alacaklar.

Metin Eloğlu şiiri içinde farklı tabakalardan çok sayıda kadın portresini barındırır. Şairin şiir kadınlarına verdiği adlar, taktığı lâkaplar, kadınlarını nasıl konumlandırdığını büyük ölçüde ifade eder. Yozlaşmış tipler isimlerinin önüne aldıkları eklerle ve hitap kelimeleri ile kendini belli ederler.

“Dürdane, Elif, Şermin, Saadet, Hayrünnisa, Fatma, Türkân, Muazzez, Güzin, Tomris, Döndü, Hatçe, Celile, Ayşemayşe, Sahavet Hanım, Hicran Hanım, Leman Hanım, Mürvet Hanım, Zeynep Hanım, Ferhunde Hamfendi, Mualla Hanım, Mesi Hanım, Zehra Hanım, Düttürü Leyla, Erkek Zeliha, Tatar Ayşe, Çakır Fadime, Süklümpüklüm Hanife, Randevucu Müjgan, Tahsildar Cafer’in Kızı, Emirgân Güzeli Vuslat, Tacir Ali Bey’in Karısı, Masraf Nazırı Hasan Paşanın Ortanca Kerimesi, Kaçamak Sulhiye, Urlalı Dul“ gibi tipler gündelik hayatın içinden kadın manzaralarını betimler.

Bunun dışında “Bakkalın kızı, elkızı, tüccar kızı, şıllık, şırfıntı, kız, yenganım, orospu, vesikalı orospu, kızoğlankız, kaynana, matmazel, madam, sevgili, karı, kadın, kapatma, baldız, ebe, çingene güzeli, hanımısı, ahretlik” gibi seslenişlerle pek çok özneye ortak olarak hitap eder. Kadınları çekik gözlüdür, esmerdir, sarışındır, güzeldir, delidir, nazlıdır, cıfıttır, çok sevdikleri Üsküdarlıdır. Dudağı boyalıdır, gözleri yeşil yosmadır. Güzel kokar, allı morlu entari giyer, sakız çiğnerler. Ferace ve yaşmakla boy gösterenler, bikiniye de yok demezler.

Metin Eloğlu şiirlerinde eleştiriden en çok nasiplenen zümre yozlaşmaya uğrayanlar,' İkinci Dünya savaşından sonra ortaya çıkan harp zenginleri, kendilerini aslında var olmadıkları bir tabakaya iliştirenle, aşınmış kişiliklerdir. Ekonomik olarak sınıf atlayan ama sosyal sınıfı değişmeyen insanların, kendilerine ait olmayan bir kültürde debelenmeleri sebebiyle yaşadıkları olaylar Metin Eloğlu şiirindeki kadın öznelere aşağıdaki gibi yansır.

“Kadın şimdi birisini bekliyor / Zannederim para babası / Bu bekârlık çekilmez doğrusu / Herifçioğlunun kanına girmek gerekiyor / Yan oda sandık odası / Soyunmuş dökünmüş ana kuzusu / Çamaşırı kirli de onu değişiyor / Gıdı gıdı hanımısı // Dolapta çantası üç beş kuruş parası /Aferin sana ölü Ahmet karısı / Belli mi bu hayatın ötesi? “ (Dedikodu)

“Bu dünya insanı azdırıyor / Para insanı değiştiriyor, tüccar kızı! // (…)Pencerenin gerisinde bir erkek sesi / Kıkır kıkır gülmeler /Öpüşüp koklaşmalar… // Biz seninle ayni kapdan yedik, / Ayni yatakta uyuduk / Yaşadığımız o iyi, kötü günler / Gözüne dizine dursun! // Ben seni efendi kız sandım / Ettiğin iri iri lâflara bakıp, / Ben seni insan sandım / Bırak, metelik etmezmişsin! ” (Harama Çözülmüş Uçkur)

“Bir ara çağdaş çağdaş tüttü / Caydı, Taşdevrince tüttü… / Cami-ül Ezher’e devam eti bir ara /Hac’a gitti, Holivut’a gitti… / Kâh ferace-yaşmak, kâh bikini mayo; / Kâh kızoğlankız, kâh vesikalı orospu / (…) Karım bahçıvanla kırıştırır, sen kırıştırabilir misin? / Oğlum yoksul kızları iğfal eder, sen edebilir misin? / Kızım günaşırı çocuk aldırır, sen aldırabilir misin? “ (Masal Masal Matitas)

“Piyango vurduysa vurdu / Kelleyi kulağı düzdünüzse düzdünüz / A şırfıntı cakan kime. // Anasının karşısına geçip, rakı içer bu kaltak // (…)Pislik sarısından başka renk mi bulamadı saçlarına / Hele entarisi kıçı başı meydanda / Oldu olacak bari bilmem neresini de göstersin. // (…) Kime lafını ettimse; kim bu Selma Hanım? diye soruyorlar / Orospunun biridir diyemezsin ki…” (Fantiri Fitton)

“Tacir Ali Bey’in karısı / Hoş insandır bencileyin / Ama muhtara sorarsanız / mahallenin yüz karası // Donsuz yatarmış geceleyin / Yatar a, öyle alışmış / Hem bize ne, bu gidişat / Başıyla berabermiş Ali Bey’in. “ (Gidişat)

“Kızın babası tezgâhtar / Daha neler de neler /' Anası bol para sever /' haftada üç gün dışarı çıkar / tezgâhtara ihanet eder… “ (Hikaye)

Toplumdaki sosyo-ekonomik eşitsizlik, alt tabakayı düşünmeyen burjuva tiplerin doyumsuzluğu, tükenmez istekleri, yoksul insanların ihtiyaçlarının ve içinde bulundukları durumların onlar için önemsizliği şiirlerde en ironik biçimlerde yerini alır. Yaşadıkları mekânlar, mutfakları, giyim kuşamlarıyla tasvir edilir burjuva kadınları.

“O surat zengin işi / Pislik sürse yakışır / Bir yerini sinek ısırsa / Pamukla kaşır // (...)' Kapı vurulunca damat bey gelir / Zembilde turfanda çilek / Gidişatımız çok kötüymüş / Damadın nesine gerek / Dürdane ballı börek.” (Ballı Börek)

“Mevsim demokrasi saat sekiz suları / Hanımefendi karnım aç / Size söylüyorum Hanımefendi /' İçimde kin yok dedim duymadınız mı / Ununuzu eledik eleğinizi astık duvara / tuzunuz kurudu mu hanımefendi' / Karım geçen Perşembe öldü sağır mısınız? / Neden olacak veremden tabi…“ (Hanımefendi)

“Neyiniz eksik hanımefendi /' Kürkünüz var / Pandantifiniz var / Nur topu gibi bir ahretliğiniz var maşallah.” (Müstahak)

Batı sanatı ve yaşamı hayranı, kendi öz sanatını küçümseyen kadınlara dozu yüksek bir alay ile seslenir Metin Eloğlu ve değerlerine sahip çıkmayan kadınları yerden yere vurur.

“Sevgili Şermin, Hayrünnisa, Saadet Hanım / Bu memlekette aydın karı yok! diyen efendiler (…) Mozart hatırlatınca da, Beethoven ezber / Matmazelinden mandolin dersi almış kadın /

Heykel hususunda alkışı milyon değer (…) Koskoca Yahya Kemal'e tenezzül etmemiş kadın! / Ayaküstü Verlaine, yatağa girince Baudelaire (…) Bedri Rahmi'ymiş, Balaban'mış boş verir öyle şeylere / Salvador Dali'yi sokakta görmüş kadın! / Gitse gitse Muhsin'e gider / Dümbüllü'ye gitmez tabii / Comedie-Française seyretmiş kadın / Le grand parmak la porte, yaaa, ne sandın? / Ne de olsa Avrupa görmüş kadın! “ (La Grand Parmak La Porte)

“Amma da yaptın şıllık kız // Hele gel, seni vizon pöstekilere saram / Koluma takıp Kervansaray'a gidem / Sana Chat-Noir'lar alam mı / Kokluyanın burnu düşsün / Joze İturbi'den, Xavier Cugat'tan / Sana pilâk alam mı? / O çalsın, sen tepinedur / Seni eşek sütünden banyolara yatırıp/ Camel'ini binliklerle yakam mı? /Naylon'una ne verem?” (XavierCugat)

Reddedilen kadınları da vardır şairin, tok açın halinden anlamazken şiirin erkek öznelerinden kimileri yoksunluk ve yoksullukla boğuşur, çoğu kez ve kentin varoşlarından girerler şiirlere. Yalnızdırlar, yoksuldurlar. Arada içer, hesabı da ceketleriyle öderler. Aşıktırlar ama uzanamaz, özledikleri nohut oda, bakla sofa hayallere dokunamazlar. Ve ne acıdır ki, seviyorum diyen kadınlara “gel” diyemediklerinden, uzaklaştırmaya çalışırlar kendilerinden.

“Sabah oldu uyandık evcek / Bir kız geldi kapıya / Alacaksan al beni / Alamam! / Kahkahanın bini bir paraya / İşin doğrusunu bu kıza anlatamam / İçtiğimiz su acı / Gördüğümüz düşler felaket düşü / pencereden uzan da bak / Bak da ağla / Bir yatakta sekiz kişi / Haydi seni aldık, diyelim / Dokuz kişi bir yatağa sıkıştık / Nefes nefese / Verem olduk, temsil / Ne halt ederiz gayrı / İlişme bize / Bozma keyfimizi / Havalanmış mahalle kızı.“ (Garip Kuşun Yuvası)

“Bu iş olmayacak gibime geliyor, ne dersin? / Sen öyle görmüşsün büyüklerinden / Dört kap yemekli sofralar görmüşsün / Karpuz kollu yaz entarileri görmüşsün / Yattığın yataklar herhalde somyalıdır / Haftada bir-iki, sinemaya gidersiniz evcek / Hayat pahalı, sana pabuç alamam / Papucu bırak, şöyle karın doyurucu bir şeyler de alamam' / Kitap alamam mesela' / Radyo alamam, tiyatro bileti alamam / Gençsin birçok şeylerde gönlün kalacak / (…)' Bulaşık mı yıkayacaksın, tercüme mi yapacaksın / ortalığı mı süpüreceksin, dikiş mi dikeceksin / Bir gün, beş gün değil ki bu / Gençliğini de yitirince hayattan soğuyacaksın…” (Aşk Mektubu)

Şiiri kadınları farklı aşk temalarında çıkar karşımıza, bazen romantik bir aşkın temsilcisi olurlar, bazen somut, çoğu zaman da muhatabı. Bazen abartılı parodik bir anlatıma konu olurlar. Kadınları doğayla, şehirle, varlıkla, yoklukla, özlemle, sevgiyle harmanlar Metin Eloğlu.

“Bu yürek / Seni seveceğini biliyordu herhalde' (…) Seni sevmemiş olsam sözlerim yarı yarıya /' Gözlerim yarım /Ellerim Çolak Hüseyin eli /' Seni sevmesem nefes almayı beceremem ki' / Bugün günlerden ne? / Cumartesi' / Seni sevdiğim için Cumartesi elbet' / Seni sevdiğim için bak temmuz ayındayız (...) Bu gemiler nereye gidiyor seni sevdiğim için / Seni sevdiğimden suyun akası geliyor / Bacaların tütesi (…) Sulardaki yakamoz ortancadaki pembe / Ben seni sevdim diye (…) İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor' / Şair oluyor mesela. “ (Lokman Hekimin Sev Dediği)

“Benim canım yanarmış da haberim yokmuş meğer / Dilim paslanırmış boyuna, iman tahtam sızlarmış // Şimdileri içimde bir kırmaşma /Gürüne dobrasına bir aşnalık / Gencelmek şimdi işte / Sevişmek şimdi işte / Buymuş demek yüreğimin pırpırı.” (Doku)

“Ama senin gözlerin hür / İkimiz için görecekler taş çatlasa // (…) Ayırsalar öldürseler gene benimsin / Nice ayıbımı örten o eşsiz yama // İnceliğini sarsam öpsem yüreğini / Ben buralarda acıktım çok / karnım pişirdiğin aşla doyar ancak / Senin suyun arıtır kirlerimi… “ (Kof Demirli Pencere)

“Ben seni sevmekte yerden göğe haklıymışım / sen beni yerden göğe.” (Demek ki)

“Sahanları çerçeveleri kurukuruya oğmam /' Seni sevmek değil de ne”' (Kankıran)

“Bahar gelir gelir gelmez / Sokağa çıkar çıkmaz / Elif’i görür görmez… “ (Arif Olan Anlasın)

“Saçlarını boyamışsa ne çıkar / Yanağı benli, dudağı boyalı olsun / Koku sürünsün / Yanıma gelsin kırıtaraktan / Gözlerinin o yeşil rengi yok mu”' (Yosma)

“Deli olanıydım aşka tutulanların / Türkân denen hakikaten güzeldi / Şair olduğumuz için değil / Sevda çekerdik; ümit yoktu, mevsim yazdı.” (Aşk Şiiri)

“Benim ölümüm küçük bir odada oldu /' Annem ve eniştem vardı yanımda / Zehra hanım vardı, / Kızı vardı!” (Aşk Sebebiyle Ölüm)

Şairin şiir kadınları erotiktir de aynı zamanda,' şiirde gizli ve açık erotik imgelere yer veren dizelerle sık sık karşılaşırız. Tırança balığı, hamsi, deniz, yırtmaçlı gece, aş, ekmek, elma gibi imgelerle şiire taşınır erotizm. Pek çok kişiyle ilişki yaşamış olmasına rağmen, toplumu yok sayan ağzı sakızlı kıza der ki:

“Ağzımdan su içerken / Gıcırlı sakız çiğniyor / Çokbilmiş…” (Kız II)

“Sabahla yunmuş / yağmurda kurunuyor / Gömleği sıyrılı / Düş dölü.” (Kız)

“Göğe değdi nisanda olur / Suyu deşti yanık o / Bana uzandı / İkimiz de boşandık.” (Olgu)

“Eşçilim ben, ben buyum, ne güzel huy bu / Bir hız gelsen, hemen olsan, sonra yazlar / Bunca yıldan tatmadığım bir tırança balığı…“ (Eşcil)

“Sıcacıktın aşklıydın bence /' Sensizlikte bir yoksuldum yavandım / Şuramda saklı o sımsıcak ekmeği / Senin doyumluk aşına bandım…” (Odun)

“Baldızım hamsi ayıklıyor garip / Birbirimize konuğuz / İn cin yokken daha mı iyi / yırtmaçlı gecelerde.” (Ağardıkça)

Zengin olma hayali kuran kadınları vardır, sıradan olanı, çile çekeni, bir lokma ekmek uğruna tütüne gideni. Ve zorluklara göğüs geren kadınları en çok anne imgesi ile betimler Metin Eloğlu. O doğurup büyüten, çocukları için yoktan var etmeye çalışan, umutsuz kaldığında ise gözaşını akıtandır. Varlık ve yokluğun arasındaki mesafenin dağlar kadar olduğu bir dönemde isyan had safhada iken, muhatap evinde olanı sofraya koyan kadındır Köroğlu şiirinde.

“Bu öğlen Ali’yle dalaştık / Ali çerkeztavuğu yiyor ben niye yemeyeyim / Kaldır önümden şu kapuskayı / Kaldır dedim ulan / Kaldır dedim ulan / Kaldır… “ (Köroğlu)

“Komşunun ahretliği gönül çekiyor / Bülbüller akasyanın dalında dem çekiyor / Anam çile çekiyor…” (Halkın Tuttuğu Yol)

“Bir babam var adı Hasan /' Bir anam var ağlıyor / Evimizde aş noksan…“ (Kısa Günün Kârı)

“Baksın Fatma'ya, baksın Muazzez'e / Reci yollarında kırılıyor zavallılar.” (Fantiri Fitton)

Ayrılıkları vardır can yakan,' ölüme eş değer olan anıları vardır. Lambaların söndüğü, hayatın silikleştiği zamanlar ve gözyaşıdöken mutsuz kadınları vardır. Ardından atıp tutan da, tehdit eden de. Öyle ya varken iyidir aşk ama gittiğinde… Metin Eloğlu bu, yine finalde yapacağını yapar ve “ Ya o belsoğukluğu? “ diyerek intikamını alır şiirin öznesinden. Hayal kırıklıkları, bıkkınlıkları vardır aşk başladığı gibi gitmez hiçbir zaman, zaten gerçek hayatta yürütülemeyen üç evlilik de bunun kanıtıdır.

“Ben tuttum seni sevdim / Paranın para olduğu zamanlar // (…) Yaz mıydı orasını pek hatırlamıyorum / Ne aşkı ne gençliği / Pancur vurunca döküldü camlar //' Ev istiyordun işte ev / Ben istiyordun işte ben / Sevişelim diyordun işte sevişiyoruz / Salıda cumalarla ikindide akşamlar…” (Çetrefilli)

“Öyle mi? pembe ojeler türemiş ucunda / ben yokken sevgilimin elleri… “( Peksimet şiirinden)

“Pencereden su döken mi / Kim bilir hangi eşim? “ (Ağardıkça)

“Sevenin de / sevdiğini sananın da / Umanın da / Ateşe yakın posteki serip / Odunu peyniriyle / Beni bekleyenin de…” (Mosmor)

“Arkamdan laf etmişsin, sana yakıştıramadım / Beni rezil edip, bir köşeye kodu, demişsin / Dayını kışkırtacakmışsın da bir gece vakti / Parayla iki serseri tutup, ibreti âlem için / Kafamı gövdemden ayırtacakmış / Dur hele, madem ki iş bu yola döküldü / Hepsini dinle de gözün gönlün açılsın // Sana söylediklerimin çoğu yalandı / Ben kim, Fransa’ya gitmek kim / Hele o tüccarlık masalı / Nasıl yuttuğuna hâlâ şaşarım // (…) Bütün bunlar kuyruklu bir yalandı / Başka ne yapabilirdim, söylesene / Yeşilinden tut da mavisine kadar / Nah! yumruk gibi gözlerin vardı // (…) Bu arada anamın kefen parasını da yedik / Beni enayi yerine kodun, değil mi / Senin için iki eşek yükü şiir yazdım / Dört kamyon rakı içtim / Gurbetlere düştüm /Düz ovada yolumu şaştım / Hadi bütün bunları sineye çektik diyelim / Ya o belsoğukluğu?” (Ufuklarda Yükselen Nazenin Balon)

“Yarın sabah yüzümü de yıkamayacağım / Donum fanilam leş gibi oldu hele / Tırnaklarım uzadı kesmeye üşeniyorum / Biri sevabına çişimi de ettirse // (…) Cümbüşler vardı kahkahalar vardı hoşbeşler vardı / Hepsi peşine takılıp gitti mi ne' // (…) Anlamam o kadar incesini / Sen yanımdayken yaşamak güzeldi işte // (…) Ya büsbütün yitirsem seni / Ölsen ya da başka erkeğe varsan / Sana dokunamasam sesini duyamasam // (...) Sağa dön olmuyor sola dön olmuyor geceleri /önümüzdeki salıya gel bari…“ (Sen Gideli)

“Şu sıcacık yaz günlerinde / İlyas’a vurulmuş bakkalın kızı //' Canım demiş, ciğerim demiş / Ben sana varırım, demiş mektubunda / Ölüm yok ya bunun ucunda / Bohçamı alıp kaçarım, demiş // (…) Çekip gideriz viran dağlara / Çalıdan çırpıdan bir ev kurarız / Aşkımızın üzerine titreriz / Hani romanlar yazıyor ya // (…) Bir de çocuğumuz olur, ister misin / Bencileyin güzel, sencileyin gürbüz // (...) Unutma İlyas, cuma gecesi / Avluya gelirsin, tanıdığım İlyas’san // (…) Ne çâre, İlyas’ın kafası işliyor / Şeytana ters giydirir külâhı / Efkârdan değil vallahi / İş olsun diye her akşam içiyor.” (Bekârlar)

“Kim kime gerneşiyor / Küs ülke baharında / Hani sözünde duran kadınlar?” (Er)

Metin Eloğlu anılarını anlatırken der ki: Haa anmazsam yazık! Çamlıca’da eski Şile yolundaki evimizin silme yosun havuzuna sarkan bir incir ağacı vardı; onun çatallı göbeğine çöreklenir, âlemi dolanırdım…' O yaşlarda şiir falan yok, ille de komşu kızı Sabahat! Uykularımı kaçırırdı. Hoşundu…

Aslında her şey Sabahat ile başlamış, ödünsüzlük, kendi doğruları, öfkesi, eleştirisi ve yergisi ile devam etmiş.' Türkçeyi gönlünce kullanmış, yeni sözcükler doğurmuş, arayıştan vazgeçmemiş, çağdaşlarından kopmayı becerip tüm değişkenliğine rağmen kendi dilini oluşturmuştur Metin Eloğlu. Bunu eleştirenler için de aşağıdaki cümleyi kurmuştur:

“Onları hep aynı mahallenin aynı kahvehanesinde aynı nargileyi tokurdatan tiryakilere benzetiyorum.”

Bu birkaç sayfalık yazıda ayrıksı şair Metin Eloğlu’nun şiir kadınlarını detaylandıracak bir anlatım mümkün değildi. Birazcık da olsa şiirlerdeki renklere dokunmak ve şiir dilindeki zenginliği paylaşmaktı amaç. Onun bizi hiç şaşırtmayan romantik (!) bir şiiriyle bitirmek istiyorum yazıyı…

Gel sana sarıldığımda

Ne umut var ne anı

Gök gibi gürler nane

Üstüne varıldığında

Pilavın altını kapattın mıydı?

Kaynakça:

Bu Yalnızlık Benim- Metin Eloğlu / YKY

Metin Eloğlu- Asım Bezirci / Güney Yayınları

İçli Dışlı-Turgay Anar /YKY''