Melayê Cizîrî ile Ahmedê Xanê ve Feqiyê Teyran’ın makamları aynı mı?

Melayê Cizîrî “Mela me” ile başlayan şiiri, dilber etrafında dönen aşk nefesinin bir buselik konmasına, bin bir borcundan bahsederek başlıyor. Gelen sırrın ederinde nasıl aşka dönüştüğünü ve dönüşen aşk iklimiyle devam ediyor. Dilber ile kendisine bahşedilen hakikat makamının ilmi ifşalarının devamında, bu şiirin üçüncü beytinde bahsi geçen kelamın kalem halinin çevirisinde;

Ji sirra lamekan wacib tenezzul kir di imkanê

»Fe-eyne l-`ilmu eyne l-`eyn we-eyne l-eynu iz la-eyn«

Ola ki Mekansızlık sırrından ifşa olduysa gereken varlık sahamıza

Bunun ilmi kavramı yok, ifşa edip göster dersen de o zaten gözle görünür bir şey değil ki

-Melayê Cizîrî-

Mela’nın bu şiir çevirisinde belirtmek istediği ile şiiri dile getirme gayesinin eksik muhabbetine bir göz atalım. Şiiri Türkçeye çevirip Mela’ya bir eder biçilmesi hususunda televizyon kanalında programa uzman konuk olarak katılan değerli şahsiyet ve bilim insanımız Prof. Dr. M. Nesim DORU hocamızın şiiri ele alışını ve hatalarını ele alacağız. Hocamız, şiirden yola çıkarak Mela’ya hak gördüğü makam hususunda önemli gördüğümüz, yanlış ve eksikliklerini fark ettik. Sohbetin Melayê Cizîrî ’ye yakışır geçtiği anda bu şiirle başlayan tevehhüm ve soyutlanmış bir figür Melaya yapışmayan bir durumdur. Bu şekille başlayan yanlış bakış açısı, Ahmedê Xanê ve Feqiyê Teyran kıyaslamalarıyla olay tamamen seyrinden çıkmaya başlıyor. Hocamız, yanlış vurgusal çeviri ve tespitte bulunduğu için Mela, Feqî ve Xanî’nin üçlü değerin aşk makamında ve varlık sahasındaki tespitleri kendimizce eksik ve sorunlu bulunmuştur. Mela üzerine yapılan eksik değerlendirmeyi düzeltme gereği duyduk. O sohbetin belli bir kısmına Şerh yazımızı makale şeklinde sunmak istedik.

Kıymetli hocamızın Mela’ya layık çalışmalarının anlatımı güzel bir seyirde devam ederken yukarıdaki konuşmasının şiirle başlayan kısmının sonrasında şiirin yanlış çevirisi üzerine kendisi Mela üzerinde yanlış kanıya varmasına neden olmuştur. Melayê Cizîrî ’yi anlamak için sadece beyitleri ve sadece şiirlerini bilmek yetmeyecekti. Mela’nın şuana kadar ki ifşa tarafı olan dini ve evliya boyutu herkesçe işlenmiş ve bilinen tarafıydı. Ama Mela’nın keşfedilmeyen uyanış ve farkındalık tarafının aşk makamı ederi kendimizce hassasiyet konusudur.  Mela’yı varlık sahasında aşk makamından görmek gerekir. Mela’nın makamı bizce bilinmeyen ama kendisince aşk makamı olduğunu bilme gereğimiz bir zorunluluktur.

Mela’nın şiirde bahsettiği ile makamının bulunduğu yeri delil göstermek hem eksik hem de yanlış anlaşılmalara neden olacaktır. Mela’nın hakikatini bulduğu dilberin aşk kabahatinden sonra bir merkez konumuna kendisini koyduğu varlık sahasında ve hakikat makamında, kendisine ifşa olan sır âleminin perde arkasındaki ilmin bizatihi delili Mela’dır. Mela’nın şiirleri, sadece şiir ve aşk heceleri değil bizzat Mela’nın yaşam ederinden ifşalardır. Şiirler Mela’yı anlatsa da şiirlerin tek başına kelime çevirileri Mela’yı anlamamıza yetmeyecektir.

Mela Şiirlerinde, söylemek istedikleri yanında, söylemediklerini de hesaba katmamız gerekir. Mela’yı sadece edebi kişiliği ile anlamaya çalışmak çok büyük bir zaafiyet yaratacaktır. Ki hangimiz söylediğimiz şeylerin toplamına kendi ederimizi bir tutarız. Bir anın ilhamında akıttığı hecelerimizin hangisinin tamamı kendi ederimiz ve varlığımız ettiğini kendimizde kabullenmezken Mela gibi derya olan bir evren nefesini, kendi algımız ve şiirlerindeki kelamlarıyla bir kaba ve şekle sokmak, tamamen acizliktir. Mela’nın tasavvufçu olmadığını ve tasavvuf üstü bir şahsiyet olduğunu yazılarımızda dile getirmiştik. Ne zaman ki Mela, aşk kabahatine girdiği andan itibaren, kendisine dilberden layık edilen hakikat makamı nefesini, bizatihi kendisine uyarlayıp kendisinden bir evren yaratarak şiirleriyle aşk makamınca kendini ifşa etmiştir. Mela kendi yaşamında karşılaştığı makam ve ifşaları kelimeleri ile anlattıysa da anlattıkları o makamın tamamı olmadığının en büyük şahidi, yukarıda söylemek istediği şiir çevirisinde de gördük. Çünkü gözle görülmeyen bir şeyi yani somut bir durumu varlık kavramları ya da delillerine dökmek varlık yurduna uymayan bir durumdu. Mela, bunu edebiyle şiire uydursa da bunu anlayan birileri lazımdı. Gözün görmediği bir durumu, gözün gördüğü şekille anlatmaya ne gerek vardı? Evrenin büyüklüğünü anlatmaya dünyadaki hangi kavramlar yetebilir ki. Dünyanın evrende iğne ucu kadar bir ederi yokken...

Daha doğrusu kör olan birine gör demek en büyük körlük iken uyanış ve farkındalığa ulaşmamış bir bilinç ve algıyı hangi anlatımla anlamasını sağlayabilirsin ki. Mela’nın burada bahsettiği kendi ederi değil anlattığı ve anlatmak istediklerinin heceye ve anlatıma sığmamasıdır. Zaten Mela sır, ilham ve perde ardındaki bilinmeyenleri bizzat kendi görmüş ve yaşamıştır. Yaşamadığı ve farkına varmadığı hiçbir şeyi hecelerine yansıtmamıştır. Yaşadıkları ve nefesinden geçirdiği her anın anlatımıdır tüm şiirleri. Mela tasavvufçu değildir. Çünkü Mela “arayışı” bitirip artık olması gereken en büyük makam olan “yaşayış” boyutunda yaşadıklarını bize aşkça dökmüştür. Bunun için bizi ikna etme çabasına girecek şüpheye bile kendisini sokmamıştır.

Çok değerli M. Nesim hocamız, Mela’nın görüp anlattığı durumu vahim ve bilinmeyenler âlemi gibi görüp dile getirdiği tamamen kendi algısından olduğunu bilmenizi isterim. Ki sanki Mela bu şiiri M. Nesim Doru hocamız için yazmış gibi kendisinin şiirden anladığına yine kendi şiiriyle cevap vermiştir. Hangi gözün perdesine hangi sırrı ifşa edebilsin ki… 

Eğer Mela’dan, vehim yani mekânsızlık sırrından ifşa ettiklerine bir ispat isterseniz. Sır perdesinden Mela’ya bu sır Mela’nın deyişiyle soyut bir şekilde göründüyse ve gerekeninde Mela’nın varlık sahasına nefes olduysa bunu bizim anlamamız o şeyin vehim yahut olmadığı anlamı taşımamaktadır. Çünkü bu ilmin dünya yaşamının varlıksal ederinde bir kavramı yoktur. Aşkı ve hakikati ifşa edip göster dersen de o zaten gözle görünür bir şey değil ki. Bunu Mela bize nefesiyle göstermişti. Ama anlayabilene tabi ki. Nefesi ise şiirleridir. Gözle görmeyen bir şeye gör demek köre gör demek kadar kör olmakla eş değer değil midir? Mela burada körlere gör demeyi gözle değil gönül gözüyle yani aşkla olacağını söylemiştir.

M. Nesim Doru hocamızın Mela’yı bu algıyla konumlandırması, Melayê Cizîrî’yi Feqiyê Teyran ile şiirleşmesinde de yanlış anlatmasına neden olmuştur. Hatta yetmez gibi Mela’nın vehim yani soyutta aşırı takılıp orda tevehhüm derecesinde olduğunu ve kendisini oradan çıkarmak için Ahmedê Xanê ve Feqîyê Teyran’ın onun için çabaladığını dile getirmesi, talihsiz bir saptamadır. Mela ve Feqî arasındaki şiirsel konuşmada;

MELA

Wahid zateke ferde tecella di wa’sifatan

Li ‘eynê dil nezerde li cümle te’eyyunatan 

Tevehhüm bû ye perde bi ismê lat û bütan

Bir olan zattır tektir tecelliye yansıyanı sıfata bürünür

Gönül gözüyle görüver beliren ifşa olan anca çözünür

Perde ardına saklandı varlığın ruh gibi bedenle görünür

-Melayê Cizîrî-

FEQİ

Lat suretek heqqe ji esmayên heqqanî

Li ba min muheqeqe di nêv keşfa suphanî

 Lahute her mûtleqe di nasûta insanî

Beden hakkın bir sureti ruha yansımasıdır görünende hakikat

Benim varımda da bu delildir ve haktır ifşa olunanda hakikat

Ruhta olsa sır varlığa mutlaktır insan bedeninde olur hakikat

-Feqîyê Teyran-

Şiirde bile kalite ve makam farkı, varlık ve yokluk ederi kadar bellidir. Melayê Cizîrî ’nin bulunduğu makamdan konuşması, oradan yaşadıklarını anlatması ve bizim bunları algılamamamız, Mela’yı vehimde veya tevehhümde olduğunu göstermez. Bunun için kelime oyununa gerek yoktur. Mela şiirinde sır âleminden gelip oradan bedene inişini anlatırken Feqî ise görünen bedende kendini anlatarak sırrı anca gördüğüyle anlatabilmiştir. Mela yukarıdan soyuttan gelip somutu, soyut ve somut delilleri ile anlatırken Feqî anca somuttan yola çıkarak soyutu somut görebilecek kadar ederini Mela’ya belli etmiştir.

Oysaki Mela, Aşk Makamından gelip kendisinin bizzat delil olduğu esma yani ilmi kavramların varlıksal ederini bedeniyle ve nefesiyle ispat ederken Feqî ise anca beden halinin varlığında zahir ve batin basitliğiyle bilinen kavramlara başvurmuştur. Mela ise kavramların yerine kendisiyle kendi nefesinin deliliyle yaşamını ve ilmini zat, gevher yani öz halinin tecelliden sıfata, ifşa olmasına taayyün eden halinin görünürlüğünde Feqî ve Feqî gibi tevehhüm şek şüphede olanlara yardıma gelmiştir. Orda vehimde şek şüphede olan Mela değil Mela’nın ilmini anlamayacaklara verdiği delillere rağmen sır perdelerinin ifşa olmasına şüphe perdelerini engel olmuştur. Anca ederini beden ve ruhla tanımlanması, esmanın hakikatinden kendini bize anlatmıştır.

Aynı Durum Ahmedê Xanê içinde geçerlidir. Tüm tasavvufçular gibi arayışta aradıklarını kavram ve betimlemelerle anlatmıştı. Mela ise nefesiyle her bir anlatılanı yaşamış, anlatmış ve kendiyle bunu aşk makamınca ayet ayet şiire döktüğünü söylemiştir.  Xanî ve Feqî olan kavramları aktarımla anlatırken Mela ise yaşadıklarını, delilleriyle ve kendince anlatmıştır. Xanî ve Feqî çok büyük değer ve şahsiyettirler ama Mela ile kıyasa sokulduğunda, Mela’nın varlık evreninde birer toz zerresi kalmaya mahkûmdurlar. Mela, kendini anlatırken, şek şüphede olanın anlaması için yukarıdan aşağıya inerken kendisinin aşk makamında bedene bürünme halinin nefesinde yaşadıklarını bize uyanış ve farkındalık çözümlemeleriyle anlatmıştır. Kendisinden makamca daha aşağıda olan Ahmedê Xanê ve Feqîyê Teyran hala kavramlarla sır ve perdeyi anlatırken Mela ise şek şüphesiz yârin iki kaşı arasına yaptığı secdeyi yüz rekatlık namaza değişmem demişti. Ki hak ve hakikatten şüphesi olan bunu diyebilir mi ya da Ahmedê Xanê ve Feqîyê Teyran gibi kaç tasavvufçu bunu deme haddini hakikat makamınca ustaca aktarabilmişti. Ve buna benzer onlarca örnekle Mela adeta makam secdesine herkesi davet eder. Diğerleri kaç beytinde bu cesareti ve işaretleri dile getirmiştir. Hakkın hakikat makamından konuşan Mela mı daha şüphede yoksa beden haliyle hala esma, isim, sıfat, nasut veya lahutla anca sırrı tevehhümde görüp açıklayan mı daha üst makamda…

Mela, asla vehim yani şek şüphe âleminde değildir. Mela bunu binlerce beytiyle gözümüze, algımıza aşk aşk diye serdiyse hala kendi ederimiz, edebimiz ve haddimizin algısıyla onu kendi zayıf algımız, gaflette olan uyanış ve farkındalığımızca aşk makamı sultanını nasıl değerlendirebiliriz. Bize göre çok daha üst makamda olan Feqîyê Teyran ve Ahmedê Xanê ‘yi kendilerinden ve bizden milyon defa daha üst makamda olan Mela’ya tercih ve üstün görmemiz, körlüğümüzden değil midir?

Şiirde Mela Zat, Sıfat tecelli, Taayyün ve Tevehhüm açılımlarıyla bize resmen ders veriyorken. Feqîyê Teyran’a varlığın sıfata bürünüp bedende ifşa olmasının önündeki engel olan Tevehhüm oluşturan perdeleri ancak gönül gözüyle aşabileceğini söylüyor. Çünkü Mela, o makamın tahtı revanındadır. Feqiyê Teyran’ı divanına gönül gözüyle bakarak gelebileceğini söylemektedir.

Feqiyê Teyran’ın cevabı da Mela’nın varlığına, ilmine, iman ve şehadeti ile oluyor. Mela'nın dediği gibi o hakikati kabul ettiğini ve o hakikatin gerçek olduğunu yani zahir ve batını bedende insanda var olup onu kabul ettiğini söylüyor. Çünkü Melayê Cizîrî’nin tüm anlatımları da bu ifşa ve ispatlara dayanıyor. Her şeyin varlıktan nefesle yaşamla ifşa olması üzerinedir. Mela’nın tevehhüm dediği sır perdelerini aşmamız için beden gözü değil gönül gözü yani Aşk ile bu teredüt ve şüphelerin aşılabileceğimizi bize söylediği halde hala anlamadıysak eyvah!..

Mela, yokluk yani tevehhüm diye bilinen sır perdelerini batın diye örtülü olan yerin aslında yokluk âlemi değil aşkla bakıldığında varlık âleminden bir âlem olduğunu kişinin kendisinde bunu görebileceğini söyler durur. İspat olarak da kendini ve dilberi anlatmaktan korkmaz. Burada dilberi bir mecaza veya sırlamaya sokmak Mela’ya ve makamına hakarettir. Çünkü Mela’yı Mela yapan hakikatin layık gördüğü dilberden, Mela’nın hakikatini görmesi bir mecaz değil hakikat delili olmuştu. Çünkü Hakikatin dilberden Mela’ya yansımasına layık gören hak üzere Mela bu liyakati kendisi de nefesine ve şiirlerine layık görmüştü. Hakikat ve dilberin anlatımlarını aşkça anlatarak, bunu kendi hakikati olarak göstermiştir. Bu hakikati dilber ile gördüğü halde dilberle görmemeye kâfirlik demiştir Mela… Mela dilberi nefs olarak değil nefes aşkıyla kabul edip onu yaşamı olarak tasnif eder. Dilberin başka bir manası ve anlamı yoktur dilberden başka…

Çok değerli hocamız olan M. Nesim DORU hocamızın bilgisine ve ilmine bir karşıtlığımız yoktur. Kendisi, bizim için çok değerli biri olduğunu, kendisini bu düzeltme makalemize misafir eylerek gösterdik. Bu değerde gördüğümüz Hocamızın söylediklerindeki eksikliği görmek hakaret değil edebi eleştiridir. Şahsınızda kendisini, Melayê Cizîrî üzerine yaptığı harika çalışmalardan dolayı, kendisine buradan sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Melayê Cizîrî üzerine ezber bozacak, Mela’nın uyanış ve farkındalık bakış açısıyla yazdığım üç kitaplık çalışmam, bu ay içerisinde sizlerin gönlüne misafir olacaktır.

Ömêr HATTAPOĞLU/@fenafileyla