Yeni yüzyılımız acımasız savaşlar, kıyımlar, zulümler ile başladı. Millenyumdan beklentimiz iletişim ve ulaşım çağının tüm kötülükleri bitireceği, yeni ve adil bir dünyanın kurulacağıydı. İletişim özellikle internet gelişimi en ücra yere kadar ulaşmamızı sağladı.

Mc Luhan’ın deyimiyle Global Village öngörüsü gerçekten gerçekleşiyor, dünya kocaman bir köye dönüşüyordu. Uzaklar, mesafeler cebimizde taşıdığımız telefonlar aracılığıyla artık en yakın olabiliyor. Zaman ve mekan kavramları boyut değiştiriyordu.

İletişim olanakları arttıkça insanlar birbirinden uzaklaştı. Bedenen ve görüntü olarak birbirine yakın insanlar, duygusal açıdan birbirlerinden koptular. İnsan sanal bir dünya kurdu kendine. Bu sanal dünyada mutluluğu, paylaşımı aradı, bununla yürek tatmini aradı.

Fakat kendini bu akışa kaptırmayan yüce gönüllü insanlar da var! Paylaşımı hayatının merkezine koyarak insanların sıcak yüreğine dokunan insanlar da var. Sadece sanal beğeniler ile yetinen bu çağın hastalıklarına karşı, nerede insan varsa, nerede ihtiyaç varsa orada bir çift karanfil, bir demet papatya gibi mutluluk veren insanlar da var.

Birkaç ay önce Diyarbakır Siverekliler Derneği başkanı sevgili dostum Burhan Erol aradı. Elinde kolilerce kitap olduğunu ve kütüphanesi olmayan okullara bağış yapmak istediğini söyledi. Her şeyi bırakıp yanına koştum. Özenle kolilenmiş kitaplardan çeşitli okullara bırakmak için aldım ve ihtiyaç sahibi liselere dağıttım.

Bu onlarca kitap kolisini İstanbul Kadıköy Belediyesi Koşuyolu Gönüllüevi göndermişti. Kadın gönüllülerden oluşan bir ekip yurdun dört bir yanına kitaplar, testler, tekerlekli sandalyeler, bebek malzemeleri ve aklınıza gelebilecek her ihtiyacı toplayıp öğrencilere, yoksullara, mağdurlara ulaştırıyordu. İpsala’dan Kars’a yurdun dört yanına bu sevgi eli, bu merhamet eli değiyordu.

Başkan Mine Özkul, proje koordinatörü Arzu Kılıç Dağbakan bu paylaşım ve hayatı güzelleştirme yürüyüşlerine Moda gönüllüevi Başkanı Oya Hanım ve Erenköy gönüllüevi başkanı Necla Hanım’ı da katarak paydaşları büyütmüşler. Ben onlara “iyilik hareketi” adını taktım, ama onlar “Biz iyilik hareketi değiliz, sadece iyileşmeye çalışıyoruz!” diyerek yüce gönüllülük gösterdiler.

Düşünüyorum da niye Diyarbakır’da böyle bir organizasyon yok? Sadece kendi fikirdaşlarının destekçisi olmaya çalışan, hangi dünyaya kulak kesilmişse ötekine sağır olan bizler, neden önayak olarak böyle bir “iyileşme hareketi” başlatmıyoruz? Bölgemizdeki onca yoksul öğrencinin hayatına aşkla, severek dokunmak inanın bizi iyileştirir. Engelli bir insana verdiğimiz destek emin olun bizi daha huzurlu yapar. Bir okulun ihtiyacını karşılamak, kesinlikle bizi daha insan yapar!

Şimdi heyecanla bu yazıyı yazıyorum ya; anladım ki bir insanın ihtiyacını gidermek gerçekten de insanı iyileştiriyor.