Şiir, insanlığın yazgısını paylaşmıştır.

İnsanın her haline ait ayrı bir tona, ayrı bir formasyona sahip olmuştur.

İnsanlığın geçmişinden ve şairin yaşamından süzülegelen olaylar örgüsü ÖYKÜLEME TEKNİĞİ’ni oluşturmuştur.

Merak ve şaşkınlıkla gözleme eylemi BETİMLEME’yi doğurmuştur.

Anlatım biçiminin (tekniğinin) dışında, şairin kapıldığı çekim alanı ve niyeti; şiirin türünü oluşturmuştur.

Önceki çağlarda yaşananlar;  savaş, ölüm, aşk, doğa zaten şairlere yön vermiştir.

Yas ya da eğlence törenleri de şairleri yönlendirmede etkili olmuş!

Kahramanlık, ses tonunun yükselmesi EPİKLİĞİ;

doğanın şiirselliği PASTORALLIĞI;

sevgi, hüzün, keder; LİRİZMİ doğurmuştur.

Olay örgüsünün dışında kalan bilgi, düşünce hatta mantıksal önermeler; şiirin DİDAKTİK yönünü oluşturmuştur.

Düz yazıya ait olan bilgi verme, belki de şiire zor eklemlenen boyuttur; ama yok da sayılmaz! Günümüz şiirinde de bilgi vardır; ama bilgi artık kitabî değil yaşantısaldır, içseldir!

İnsan toplumsal bir varlıktır. Bütün şiir türlerinde bu olay kendini hissettirir.

İnsanın hareket halinde seçikleştiği yer, DRAMATİK şiir türüdür.

Toplumsal yaşamın doğasında var olan verilerle yetinmeme duygusunu bağrında taşıyan şiir türü, muhalifliğin en çok görüldüğü SATİRİK (hiciv, taşlama, yergi) türüdür.

Şiirin dış biçimi (beyit, dörtlük, bend) zaman ve şiir türüne göre biçimlenmiştir.

Günümüzün hızlı temposu, baş döndürücü akışı; bütün biçimleri yerle bir etmiştir.

Şiirin formasyonu, şairin yürek vuruşlarıyla biçimlenir olmuştur artık!

Şairin yürek vuruşlarını da yaşadıklarıyla etkileşimi biçimlendirmektedir.

Yeni şiir, bu yanıyla daha çok kişiseldir.

Ve şiirin insanlığın yüreğine kazınabilme özelliği, onun aynı zamanda ne kadar toplumsal bir boyut taşıdığının da göstergesidir.

Şiirde artık ne eskisi gibi hece ne de aruz ölçüsü vardır.

Daha doğrusu bu birikimlerin üstünde yükselen daha senfonik (orkestra, oratoryo) bir türdür.

Sözün ve sesin dalgalanmaları, şairin yürek vuruşlarına göre biçimlenir.

Şair, bunun ayrımına varmak zorundadır.

Onun için usta şairler, yazdıkları şiiri sesli okuyarak ezginin pürüzsüzlüğünü denetlerler.

Biz okuyucular da şiirler öncesinde aşina olduğumuz ya da pek bilmediğimiz duygularla dolup taşarız.

Sanatın başkalarının da hayatını yaşatma, duyurma özelliğidir bu.

Bütün edebi türlerden daha çok, sahici şiirler işler içimize!

Şairin psikolojisi, etkili bir dille sıçrar başka yüreklere de.

ÖLÜMSÜZ GÜZEL

Ben ağlarsam ağlatıyorum, gülersem güldürüyorum

Yüreğimin sularında kulaç atmayan kelimelere yüz vermem

Karlarımla üşüdünüzse bilin ki ben donma tehlikesi geçirmişim

Ateşimde terlemişseniz hey, ben sular içinde kalmışım demektir!

Suriçi diyorsam, enkazın altında parçalarım vardır

Ah, maskeli saltanat; zavallı katiller!

Dişlerim kenetli, gıcırdayıp duruyor!

Halkım ha bire öldürülüyor, ben nasıl yaşıyorum?

Surlarımız kaç bin yıllıktır, unutmuyorum!

Mem’e Alan’ın yürekli sesi yankılanaduruyor!

Ölümsüz güzel Zin’in ülkesidir biliyorum!

Sevgilim, sevgilim

İnfilak edecek zamanı kolluyorum!

2017

AYDIN ALP - AMED’İN KELEBEĞİ (J&J YAYINLARI 2018)

Hayatın bu kadar çok değiştiği gezegende, şiirin değişim geçirmeyeceğini düşünmek, aymazlıktır.

Su bile kaldığı yerde çürür.

Hayatı karşılamayan ürün, sahici şiir olamaz.

Her şiir, şairin hem birikimini hem de duygusal fırtınasını taşır.

Bazen insanı allak bullak edecek kadar güçlüdür!

Bazı şiirlerde güzellikler derinlerde, bazılarındaysa yüzeydedir!

(Yazının devamında buluşmak dileğiyle sevgiler, saygılar…) AYDIN ALP