Bir parçası olarak varlığımızı sürdürmeye çalıştığımız toplumdaki umutsuzluk ve mutsuzluk halini irdelemeye çalışmak, her ne kadar yaşadığımız olağanüstün şartlara güncel anlamda uzak görünse de, farklı bir açıdan yaklaşmanın, toz duman içerisinde giderek yoğunlaşan sis perdesini biraz aralayıp az da olsa bir görüş netliği sağlayabilir. Bir toplumda ki umut ve mutluluk seviyesini belirleyen temel kriterler; kültür, bilim seviyesi, ekonomik kaynaklar, hukuk (adalet ve adil paylaşım) vb. sıralanabilir. Burada; toplumun sosyal ve manevi kimliğini şekillendiren, aidiyet duygusunda yaşam tarzına kadar, yaşamın her alanına etki eden toplumsal moral kaynakları ve sosyal değerleri, oluşum ve değişimlerine temas etmek, mental anlamda sosyal ilişki ve davranışlarda uyarıcı veya ön açıcı olabilir. Sosyal değerler,  her ne kadar toplumu şekillendiren ana belirleyici etken olmasa da, en az diğerleri kadar etki gücüne sahip ve kimi durumlarda başat bir rol üstlenebildiği, dünyada ki birçok ulusun tarihinde görülebilir. Sosyal değerler; sosyal bir varlık olan insanın doğası gereği, grup yaşamının başlamasıyla oluşmuş, birey ve grup ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir seyir izlemiştir. Birlikte yaşamın getirdiği sorunlar, yine birlik olmanın zorunluluğu ve toplumsal akıl tarafından çözümler üretilip geliştirilmiş; bu çözümlerde süreç içerisinde toplumun ortak paydasını, bireylerin birbirleriyle ve birey-toplum ilişkisini belirleyen formlara dönüşmüştür. Bu formlar toplumu karakterize ederken aynı zaman da yaşamı adlandırabileceği sosyal-psikolojik bir dayanak, toplumun bir parçası olmanın güven verici aidiyet duygusu ve kendini tanımlayabileceği bir üst kimlik sunmuştur. Ne var ki, normal şartlar da, bir topluluğun süreç içerisinde kendi iç dinamikleriyle oluşturup geliştirdiği bu değerler; ticaret yollarının gelişmesi, coğrafi keşifler, savaşlar ve özellikle teknolojinin kesintisiz gelişimi, ilk başlarda nispeten izole bir yaşam süren topluluklar arasındaki kültür temasını-etkileşimini oldukça artırmıştır. Kültürlerarası geçişgenliğin zeminini oluşturan bu gelişmeler, grup ve toplulukların sahip oldukları kaynaklar ve fiziki güç oranında yaşam seviyelerini belirlerken, bu kaynakları geliştirme ve artırma eğilimi içinde olunmuşlardır. Bunu sonucunda toplumlararası ilişkiler, tarih boyunca bir hâkimiyet çatışması şeklinde cereyan eden bir seyir izler. Güçlü ve hâkim posizyonundaki toplumlar, konumlarını koruyup geliştirmek güdüsüyle (emperyal yapılar) kendi sosyal değer, inanç ve toplumsal formlarını etki ettikleri daha zayıf toplumlara empoze etmeye, kendine benzetmeye çalışır. Kendiliğinde ya da dış etki sonucu yaşanan bu asimilasyon süreçleri, zaman içinde birçok toplum ve grubun kültürel olarak yok oluşuna sebep olmuştur. Kültürel bir form olarak yok olan toplumların yaşam süreçlerinde oluşturup geliştirdikleri bazı sosyal değer ve değer yargıları hakim toplumsal form  içerisinde varlığını sürdürerek günümüze ulaşabilmişlerdir. Bu durum, hâkim toplumun etki ettiği toplumda ki, kendi kültürüne direnç oluşturabilecek sosyal değer ve moral kaynaklarını hedeflerken yok edemediği ya da kendisini güçlendirebileceğine inandığı değerleri sahiplenme davranışı geliştirmiştir.

***

Bu kısa belirlemeler ışığında; Kürt toplumunu ve yaşam tarzını gözlemlediğimizde, kültürel varlığını sürdürmesi anlamında kritik bir tarihsel süreçte olduğu söylenebilir. Uygarlıklar beşiği olarak bilinen coğrafyamızın kadim haklarında olan Kürtler; aynı coğrafyayı paylaştığı birçok medeniyetin tarih cenderesinde eriyip yok oluşuna tanıklık ederken, kendi iç dinamizmiyle oluşturup geliştirdiği sosyal değerler ve toplumsal formlarıyla, bir halk olarak kültürel varlığını günümüze taşıyabilmiştir. Ancak yaşadığımız çağ itibariyle, birçok sosyal, toplumsal değer yargılarının farklı kültürlerle etkileşimi ve egemen kültürlerin dönemsel-toplumsal dayatmaları sürecinde  (yüzyıllarla ifade edilebilecek süreçler) ciddi aşınmalara uğranmışlık gözlemlenebilmektir. Her şeyin zıddını bağrında taşıdığı tespiti açısından da baktığımızda; aşınmaya yol açan çevresel koşulların yanı sıra, bir halkın kendini tanımladığı en belirgin unsuru olan dillin, nispi de olsa kendini koruma ve geliştirme olanağını yaratmıştır. Bu anlam Kürtçenin, birçok toplumsal değerin önünde, Kürt toplumsal aidiyetini günümüze taşıyan ana damar olduğu söylenebilir. Ne var ki, yaşadığımız çağın dayattığı yaşam koşuları ve özellikle teknoloji ve bilişimin ulaştığı düzey; kültürlerarası geçişkenliği ve etkileşimi tarihte olmadığı kadar hızlandırmakta, bunun sonucunda, bireysel yaşamın merkeze alındığı şehirleşme olgusu, toplumsal değerleri ve hatta doğayı neredeyse onarılamaz şekilde sarsıp tahrip ederken, bireyin ve toplumun sosyo-psikolojik doğasından hızla uzaklaştırdığı söylenebilir. Bin yıllardan beri kolektif bir anlayışın hâkim olduğu yaşamdan gelen toplumun kısa bir zaman diliminde bireyselliğin hakim tarz olduğu şehir yaşam tarzında sosyaliteden bireyselliğe itilen bireyler henüz bu sosyolojik formu içselleştirememişken (yüzyıl oluşturup yaşamsallaştırılan toplumsal değerler aşınmaya ve yok olmaya karşı direncini sürdürür) gündelik yaşamı kolaylaştıran teknoloji ve özellikle bilişim sektörünün alternatif olarak sunduğu sanal dünya kültürel aşınmayı hızlandıran belirgin olgulardan biridir.