Dil, doğası gereği dinamiktir. Yaşam gidişatının şartlarına göre değişir, dönüşür. Aslında dilin hikayesi, insanın kendi hikayesidir; tıpkı insan hikayesinin, gerçekte dilin de kendi hikayesi olduğu gibi. Bu anlatan ile anlatılanın diyalektik, karmaşık ve bütüncül yapısı, uygarlığımızın yaratıcı serüvenidir. İnsanın tarihsel serüveninde kültür, sanat, bilim gibi bütün alanlarda gerçekleştirdiği her şey, dilin başka görüngelerinden, tezahüründen başka bir şey değildir. Dil ile insanın bu karşılıklı ilişkisinin bilgisi dahilinde biz, bazı sözcüklerin anlamları, taşıdıkları bilgi / nameler sayesinde bu ilişkinin izlerini çok rahat bir şekilde izleyebilir, birbirlerini etkileme derecesini görebiliriz. Şüphesiz dil, sadece dilbilgisinden ibaret değildir. Bir anlatı olarak da dil, kendi yaşam serüvenini kayıtlandırarak bize nameler halinde aktarır. Sözcüklerin içkin ve biçimsel değişim serüvenleri sayesinde biz, insan dünyasının değişim, dönüşüm ve etkileşimini bu sözcük / namelerle öğrenmiş oluruz. Evet! Her dilin bir anavatanı vardır; ama girişte de belirttiğimiz gibi, dil de insan dünyasında dolanır, değişir, dönüşür. Bu dinamik özelliği sayesinde diller birbirlerinden etkilenir. Bu etkileşim yakın çevreden uzağa doğru azalır. Lakin günümüzün etkili iletişim kanalları sayesinde bu etkileşim daha karmaşık bir hal almıştır. Haliyle biz sadece bir kaç sözcüğü tahlil ederek bu etkileşimin niteliği ve biçimselliği hakkında açıklayıcı bir kaç şeye sahip olabiliriz. Biz buna dilin seyahatnamesi diyebiliriz. Dilin yapmış olduğu bu seyahatinde iki name / sözcüğü tahlil edeceğiz.

Türkçede kullanılan ‘’Cevher / Ceviz ’’ sözcükleri, bize sözcüklerin serüveni hakkında çarpıcı örnekler veriyor. Bu sözcüklerin doğdukları anavatanlarından başlayarak diğer çevre dillerine yaptıkları seyahatler ve pratikte geçirdikleri anlam ve biçim değişiklikleri dilin aynı zamanda esnekliğini, başka kültürlerle uyumunu göstermesi açısından da önemlidir. İlk sözcüğümüz olan ‘’cevher’’ sözcüğü aslen (sözcüğün anavatanı, diyebiliriz.) İran dünyasından doğmuştur. Şüphesiz İran coğrafyasında bir çok İrani halklar yaşar. Bilinir ki ‘’İrani / Aryan’’ ismi bir çatı isimdir ve içinde Farsça, Kürtçe olmak üzere bir çok dili barındırır. Haliyle İran dünyasından olan bir sözcüğün aslen hangi İrani halklara ait olduğu ve başka dillere hangi İrani dillerden geçiş yaptığını söylemek çok iddialı bir söylem olur. Zira bilinir ki bu konuda Kürtlere çok haksızlıklar yapılmıştır. Kürtçeden de başka dillere geçen sözcükler Farsçaya mal edilmiştir. Ne yazık ki Kürtlerin bir statü sahibi olmamalarından dolayı dil kayıtları da zayıf kalmış ve kendi dillerinde bile dilbilimsel çalışmaları yapmada zorluklar yaşadıkları gibi, başka dillere de yaptıkları etkiyi belirginleştirebilmek Kürtler için ve bu konuda araştırma yapmak isteyen herkes için zorlu olmuştur. Bu konuda Farsçanın avantajı haksızlık derecede daha fazladır.
Cevher sözcüğü, Proto – Aryayi bir sözcük olarak ‘’gevher / گوهر ‘’ sözcüğünden doğmuştur. Bu sözcük kendi anavatanı olan İran coğrafyasında, Pehlevicede ‘’gohr, gohar’’, Sanskritçede ‘’gotra’’, Ermenicede ‘’gohar’’, Gürcücede ‘’goari’’, Türkmencede ‘’göwher’’ biçimlerini almıştır. Sözcüğün serüveni sadece kendi coğrafyasında sınırlı kalmamış dağları, vadileri, nehirleri ve verimli ova düzlüklerini aşıp başka dil ailelerine de seyahat ederek onları etkilemiş ve onlardan da etkilenmiştir. Sami dillerinden olan İbranicede kısmen değişerek ‘’goher / גוהר ‘’, ve en büyük değişikliği de Arapçada yaşayarak ‘’cewher / جوهر ‘’ biçimini almıştır. Arapçada, başka bir örnekte de göreceğimiz gibi Proto – Aryayi olan sözcüklerdeki ‘’g’’ harfi Arapçaya geçişlerde ‘’c’’ ye dönüşür. Zira Arapçada ‘’g’’ harfi, İbrani ve Arami-Süryani dillerinde olduğu halde, yoktur. Ayrıca ‘’v’’ harfide mevcut olmadığı için ‘’v’’ harfi ‘’w’’ harfine dönüşür. Haliyle ‘’gewher / گوهر ‘’ sözcüğü Arapçaya geçişte, ‘’ cewher / جوهر ‘’ biçimini almıştır. Arapçadan Türkçeye geçen bu sözcük kısmi değişikliklerle ‘’cevher’’ biçimini almıştır. Türkçede ‘’w’’ olmadığı için Arapçadan Türkçeye geçen sözcüklerdeki ‘’w’’ harfi ‘’v’’ halini alır. Kanımca Latince ve ardından Orta Fransızcadan geçtiği söylenen ‘’jewel / mücevher’’ sözcüğü de Batı dillerine geçen ‘’cevher / gewher’’ sözcüğüdür. Zira yabancı kaynaklar da bu sözcüğün belirsizliğini tekit etmektedir. Hem anlam hem de sözcüğün yapısına baktığımızda bu kanımız güçlenmektedir. Bu sözcüğün Batı dillerine İrani dillerden değil de Sami dillerinden, özellikle Arapçadan geçtiğini düşünüyorum. Zira Arapçadan Batı dillerine geçen, baş harfi ‘’c’’ ile başlayan tüm sözcükler Batı dillerinde ‘’j’’ ile başlar. Örneğin testi anlamına gelen ‘’carra / جرّة' ‘’ batı dillerine ‘’jar’’; cin anlamına gelen ‘’cin / الجنّ'‘’ sözcüğü ‘’jinn’’ ve son olarak da gül suyu anlamına gelen ‘’cullap / 'جلاب‘’ sözcüğü de ‘’julep’’ olarak batı dillerinde kayıt altına alınmıştır.' Cevher sözcüğü, adına layık bir şekilde, çoğu dilde gözde bir sözcük olarak değerini ve öz anlamını taşımış ve günümüze kadar da korumuştur.
İkinci sözcüğümüz olan ‘’ceviz’’ sözcüğü de anavatanı İran coğrafyasıdır. Bilinir ki cevizin anavatanı Van – Urmiye’dir. Tarihsel olarak (kısmen bugün de) bu bölge Kürtlerin, Ermenilerin ve İranlıların yoğun yaşadığı bir bölgedir. İrani kaynaklarda bu sözcük ‘’gwêz / gûz / goz / gōz' / gîz / gwîz’’ olarak geçmektedir. Aynı şekilde bu sözcük, tıpkı cevher sözcüğü gibi, Sami dillerinden Aramice / Süryanice ve İbraniceye ‘’ egōz'/ אֶגוּז ‘’ olarak geçmiştir. Sözcüğün Arapçaya geçişte ise aynı kurala tabi olarak ‘’g’’ ve ‘’v’’ harfleri başka harflere dönüşerek ‘’cewz / جوز' ‘’ halini almmıştır. Sözcüğün sınırları aşıp başka dillere yayılımı, aynı cevher gibi durmayıp Türkçeye de geçerek '‘’ceviz’’ halini almıştır. Türkçede iki ünsüz arasına bir ünlünün girmesi kuralına tabi olarak sözcüğe ‘’i’’ eki eklenmiş' ve ‘’w’’ harfide olmadığından ‘’v’ hali benimsenmiştir. İşin ilginç tarafı, aslen İrani sözcükler olan' cevher ve ceviz sözcükleri, Arapçada dönüştüğü şekilde Farsçada da benimsenmiştir. Şüphesiz bu etki, yani İran kökenli bir sözcüğün bile Arapçada benimsendiği gibi Farsçada kullanılması durumu, dini / siyasi bir tutumun etkisidir. Dini esasları politik olarak benimseyen İran yönetimi, dini bir dil olan Arapçayı ağırlıklı olarak tercih etmesi politik bir nedendir. Buradan da diyebiliriz ki dilde kullanılan, tercih edilen ve türetilen sözcükler politik nedenlerden, amaç ve planlardan ayrı tutulamaz.
'Ayrıca cevizin çok besinli bir yemiş olması, tüketimde değerini her zaman sürdürmüş ve başka dillerde de yaygınlık kazanmasına kolaylık sağlamıştır. Türkçede kullanılan ‘’koz / koz kullanmak’’ deyişi de aslen ceviz sözcüğünden türetilmiş ve orjin haline yakın bir şekilde kullanılmıştır. Zira eskiden İrani halkların folklorunda ceviz, oyunlarda da en değerli şey olarak kabul görmüştür.
Bir anlatı olarak dil ağızdan ağıza, insandan insana, uygarlıktan uygarlığa seyahatinde edindiği anlamları, sözlüğünde biriktirip sakladığı sözcükleri, bir name / mektup / yazı olarak, bize insan uygarlığına dair önemli şeyler anlatıyor. Bu dilin kendi hikayesi ya da insanın kendi hikayesidir. Ne fark eder ki!