Dillerin birbirini etkilemesi ve birbirinden etkilenmesi doğal bir durumdur. Bu dillerin doğası öyle farklı özellikler, etkileşimler ve yansımalar yaratır ki, bizi şaşırtmaya devam ediyor. Zira insan, bir olay ya da olguyu normal olarak görmeye ve nitelendirmeye başladığı zaman, o olay ya da olgu sıradanlaşmaya başlar ve alışık bir duruma dönüşür. Ama insan doğası, alışık olduğu çoğu şeye şaşırmaya devam eden muhteşem bir şeydir. Güneş her gün doğar ama biz bu sıradan ve ve alışık olduğumuz normal duruma şaşırmaya devam etmiyor muyuz? Dil de öyledir. Her gün elimiz ve ayağımızdan bile çok kullandığımız bu dil, insan yaşamına etkisi ve bu etkinin çok boyutlu biçim ve yansımaları, insanı hayretler içinde bırakıyor. Sıradan bir şeyin bu şiddetteki etkinlik ve etkililiği, onun gücünü gösterir. Bir dil düşünün ki çevre dillerine birbirinden farklı üç sözcük veriyor. Bu dillerdeki üç farklı sözcük eş anlam olarak kullanılıyor. Bu üç dilin olgu ya da olaya bakış açıları ve yorumları o kadar farklı ki, bundan dolayı kendileri için kaynak bir dil olan Arapçadan aldıkları sözcük seçimleri de farklı olmuştur. Haliyle Kürtçe, Farsça ve Türkçenin Arapçadan aldıkları sözcükler, şaşırtıcı bir şekilde, kendi dillerinin formatlarına göre imla edilmişlerdir. İddiamızı temellendireceğimiz bu örnek sözcüklerimiz, ‘’temaşa, mêzekirin ve seyir’’dir.

Bu üç sözcüğün kaynak dili Arapçadır. Bu üç sözcük Kürtçe, Farsça ve Türkçede kullanılmaktadır. ‘’Temaşa’’ sözcüğünün daha özel ve ilginç kısmı üç dilde de ortak anlam ve yapıda kullanılmasıdır. Geri kalan iki sözcük ise kendine has bir anlam ve formatta sadece içinde bulundukları dilde kullanılmaktadır. Ben Arapça kökenli bu üç sözcüğü her düşündüğümde, dillin hem kültür yaratıcılığına hem de o kültürün içindeki muhteşem uyarlanışına hayretler içinde bakarım. Kanımca dilin bu büyülü esneklik ve uyarlılığı, dilin doğasına dair insancıl ve evrensel niteliklere işarettir. Zira dil, ısrar ettiğimiz üzere, asimile edici değil, kültüre uyarlı yani aktarıldığı dilin kültürel farklılıklarını dikkate değer ölçüde benimseyen bir karaktere sahiptir.
Bu üç sözcük Arapça dışındaki üç dilde de, küçük bir farklılıkla, ‘’izlemek’’anlamında kullanılmaktadır. İşin ilginç kısmı, izlemek anlamına gelen bu üç sözcük Arapçadan alınmasına rağmen Arapçada bu anlam için farklı bir sözcük kullanılmaktadır. Yani Arapça dışındaki diller, kaynak dil olarak Arapçayı almalarına rağmen, ‘izlemek’’ anlamına gelen bir sözcüğü doğrudan kaynak dilden almamış, kendi kültürlerinden doğan bir yorumla, anlamlarını karşılayacak başka bir sözcük arayışına girerek seçimlerini yapmışlardır. Bu tutum, dilllerin özgür ve özgün karakterine uygundur. Zira dışardan müdahaleler, insanlık dışı asimile edici dil politikaları olmadıkça, gerçekte dillerin kendi aralarındaki uyumlu etkileşimi, dillerin özgünlük ve özgürlük karakterini belirginleştirerek bize gösteren, kültürel farklılığı dikkate alan uyarlılık becerisidir.
Bu üç sözcüğün kaynak dili Arapçada ‘’izlemek’’ anlamına gelen sözcük ‘’müşahade / مشاهدة ‘’' sözcüğüdür. ‘’Gözüyle görme, tanık olma’’ anlamına gelen bu sözcük, insanın kendi gözleriyle bir eylemi görmesi, onu bilmesi ve ona tanıklık etmesidir. İnsanın kendi gözleriyle gördüğü her şey, bir gözlem etkinliği olarak, Arap kültüründe önemli bir durum olarak görülmüş ve müşahade / gözlem bilimde, hukukta ve bir çok disiplinde bilginin kaynağı, araştırmalarda konulan tanıların ve terimlerin tanımının da ana kaynağı olarak görülmüştür. Aynı şekilde bir olayı, televizyonu izlemek anlamında da ‘’müşahade’’ sözcüğü kulanılmaktadır. Diğer dillerde kullanılan temaşa, mêzekirin ve seyretmek de, daha çok ‘’müşahade’’ anlamına karşılıktır.
Temaşa sözcüğü, Arapça dışındaki her üç dilde de ortak kullanılmasına rağmen Türkçe ve Kürtçeye Farsça üzerinden geçmiştir. Daha çok izlemek anlamında kullanılan bu sözcük, aslında Arapçada ‘’yürümek / yürüdü’’ anlamına gelen ‘’meşe / مشا ‘’ sözcüğünden türetilmiştir. Başlarda, ‘’yürüyerek bir yeri görme’’ anlamını taşıyan bu sözcük, zamanla ‘’hareket halindeki her şeyi gözleme / görme’’ anlamını da içinde barındırmaya başlamıştır. Bu ikinci anlamı daha çok aynı kökten türeyen ‘’seyir / seyran’’ sözcüklerin mantığına binaen türetilmiştir. Türkçe bu sözcüğü uzun yıllardan beri Farsçanın etkisinde kalarak kullandı. Bu sözcükle beraber ‘’seyir / seyretmek’’ sözcüğü de aynı zamanda kullanıldı. Tuhaf bir şekilde hem Arapça hem de Farsçanın etkisinde kalan ve iki dilin de her birikiminden yararlanan, iki dili de iyi bilen Türkçe kullanıcıları, bazen ‘’temaşa’’ ve bazen de ‘’seyretme’’ sözcüklerini tercih etmişlerdir. Daha da ilginci, zamanla küçük anlam ayrılıklarıyla, nüans farkı da denilebilir, iki sözcük de aynı cümlede kullanılmıştır. (Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde geçen ‘’şehrin seyr û temaşasına mübaşaret ettik.’’ cümlesi gibi) Ardından ‘’seyir’’ sözcüğünün karşılığı olan ‘’bir güzargahı takip ederek yol alma, belirli izlerin doğrultusunda hareket etme’’ anlamına binaen, yakın bir zamanda dil politikaları kapsamında, masa başında yapılan tuhaf sadeleştirme amacını güden çalışmalarla, bu sözcüğe karşılık ‘’iz / izleme’’ sözcüğü türetildi. Temaşa sözcüğü daha eski bir kullanımda kalarak, bugün Türkçede ‘’seyretmek / izlemek’’ sözcükleri eş anlam olarak hala kullanılmaya devam etmektedir. Temaşa sözcüğü, Kürtçeye de, Farsçaya yakın bir coğrafyada olması nedeniyle, Sorani lehçesinden geçmiştir. Kürtçede de dil politikaları kapsamında yapılan sadeleştirme çalışmalarında, Sorani lehçesinden Kürtçeye geçen bu sözcüğü, hatta daha yaygın bir şekilde, kullanmada bir kusur olarak görülmemiş, zira Kürtçeyle aynı aileye mensup bir dil olan Farsçadan geçen sözcükler, iki dilin ortak sözcükleri olarak değerlendirilmiştir. Nasıl ki Türkçede, sadeleştirme çalışmaları gereğince yeni sözcükler türetilirken, halkın hafızasında yerleşen başka bir dilden sözcükler hala kullanımda devam edip ve literatürde eş anlam olarak tarif edilirken, Kürtçede de, aynı şekilde, yeni sözcüklerle beraber eski sözcükler kullanılmaya devam edilmiştir. Zira her ne kadar dil üzerinde, masa başında yapılan dil politikaları operasyonlarıyla müdahale ediliyorsa da, halkın hafızasında yer etmiş, dilin ve kültürlerin doğal akışı içinde etkileşim yoluyla kazanılan sözcükleri yakın bir süreçte yok etmek zordur. Halklar gibi, sözcükler de direngendir. Halkların derin hafızasında uzun yıllar yer etmiş bu sözcükler, en ağır koşullarda bile, zamanı gelince yeşerip boy gösteren çiçekler gibi, direnerek kendi rengini, özgünlüğünü ve özgürlüğünü korumuşlardır.

Kürtçede yaygınlaştırılmaya çalışılan temaşa sözcüğünden başka, ‘’izleme, bakma’’ anlamına gelen ‘’mêzekirin’’ sözcüğü kullanılmaktadır. Sözcüğün bu formattaki hali ve anlamı değil de, aynı kökten türeyen başka sözcükler hem Farsçada hem de Türkçede hala yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Ama bu formatta bir sözcük, tamamiyle Kürtçeye hastır. Kürtçe, bir medeniyet dili olarak, binyıllara dayanan kültür ve bilim birikimiyle Arapça orjinli bu sözcüğe öyle bir format yüklemiş ki, dilin büyüsünü gösterircesine insanı mest eder. ‘’Mêzekirin’’ sözcüğü, Arapçada ‘’seçmek / ayırmak’’ anlamına gelen ‘’maze / مَازَ'‘’ sözcüğünden doğmuştur. Bu sözcükten türeyen ‘’temiz, temyiz, mümtaz, imtiyaz’’ sözcükleri de hem Farsçada hem de Türkçede kullanılmaya devam etmektedir. Ama Kürtçe kullanıma has olan bu sözcüğün Kürtçede ‘’izlemek / bakmak’ anlamında kullanılması, ‘’hareket eden bir şeyin ayırdına varmak, gözün eylemi seçmesi’’ düşüncesinden doğmuş olması muhtemeldir. İhtimalimizi güçlendiren şey de, bu sözcüğün kök kardeşleri olan ‘’temiz ve temyiz’’ sözcüklerinin hem Türkçe hem de Farsçada ‘’gözlem yoluyla bir şeyi ayıklamak, seçmek, ayırdına varmak,’’ anlamlarına gelmesidir. Nihayetinde denilebilir ki Arapça, Kürtçe, Türkçe ve Farsçada ‘’izlemek’’ anlamını karşılayan tüm sözcüklerin kökeni insanın gözüdür. İnsanın bakmak ve görmek becerisi, ‘’izleme’’sözcüğünü ve tüm dillerdeki karşılığının da ana kaynağıdır. Sözcüklerdeki yapı ve anlam farklılığı, insanın görme, bakma becerisindeki açı farklılığıdır. Bu açı farkı da, bir kültür varlığı olarak insanın özgünlüğü ve özgür doğasıdır. Dil her açımlandığında, insan doğasının özgürlüğünü açıklar. Bizi büyüleyen şey, dilin bu özgürlük söylemidir.
Dil bir nehire benzetirim. Nehir, kaynağından doğup başka coğrafyaların yeryüzü şekilleriyle akış yönü bularak, iklimleriyle beslenip çoğalarak başka sulara karıştığı gibi, sözcükler de bir dilden doğarak başka kültürlerin coğrafyalarında yeni biçimler, yeni anlamlar kazanırlar ve uygarlığın koca sularına karışırlar.Nehirler geçtikleri coğrafyanın halklarına ait olabilir ama dökülüp besledikleri deniz ve okyanuslar tüm dünya insanlarına aittir. Diller de, bir halkın kültür coğrafyasında doğar, geçtiği kültürleri etkiler ve o kültürlerden etkilenir. Nihayetinde buluştukları yer insanlığın ortak birikimidir. Haliyle bütün diller özelinde kendi halklarının, genelinde de tüm insanlığın ortak uygarlık birikiminin kazanımlarıdır. Kaybolan her dil, kuruyan bir nehir gibidir. O nehirler ki, uygarlığın yaratıcısıdırlar.