Ülkemizdeki nüfus hareketliliklerini değerlendirirken, Osmanlı mirası üzerine kurulan yeni ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel temellerinin nasıl oluşturulduğuna dair projelerin hayata geçirilmeye çalışıldığını da görüyoruz. İki kutuplu dünyanın olduğu dönemin şartlarında 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde toplanan 1.İzmir İktisat Kongresi ile liberal-kapitalist üretim biçimlerini temel alan ekonomik model benimsenmiştir.

Sosyal ve kültürel alanlarda da kurulan yeni Cumhuriyet’in temelleri yavaş yavaş atılmıştır. 12 Nisan 1931'de kurulan Türk Tarih Kurumu ve 12 Temmuz 1932’de kurulan Türk Dil Kurumu ile adım adım sosyal ve kültürel projeler hayata geçirilmiştir. Bu çalışmalar aslında 1789 Fransız Devriminin ortaya çıkardığı ulusal yurttaşlık kavramının zaman içerisinde evirilerek ulus-devletlerin inşasına götüren sürecin bize has uygulamaları olarak ortaya çıkmıştır. İnsanların bir arada yaşama iradesini ve aidiyet duygusunu oluşturmayı hedefleyen ulusçuluğun tezahürünün ürünü olmuştur. Bizde de modern devletin toplumunu inşa sürecinde erk sahiplerince yurttaşlık kurumunu farklı dil, inanç ve kültür unsurlarının yok sayılarak tesis etmeye ve yeni Cumhuriyet etrafında birlik sağlama yoluna gidilmiştir.

Ulus-devletin inşası 21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan Mecburi İskan Kanunu bir göç strateji belgesi olarak karşımıza çıkıyor. Mecburi İskan Kanunu, bir “sosyal mühendislik harikası” olarak derin değerlendirme ve analizleri hak eden bir belgedir. Kanun, Türkiye’yi Türk kültürlü nüfusun yoğunlaştırılması istenilen yerler, Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler ile yer, sağlık, ekonomi, kültür, siyaset, askerlik ve inzibati sebeplerle boşaltılması istenilen ve ikamete yasaklanan yerler olmak üzere üç bölgeye ayırmıştır. Kanunun icrasıyla köyler, kasabalar, aşiretler haritadaki konumlarından uzaklaştırılarak ‘ihtiyaç duyulan yerlere’ kanun marifetiyle göç ettirilmiştir.

Türk kültürlü nüfusun yoğunlaştırılması ile kastedilen amaç, Türk nüfusunun olmadığı ya da çok az olduğu bölgelere nakledilecek Türk nüfus ile bölge demografik olarak değiştirilmeye çalışılacaktı. İskan edilecek yeni nüfus ile Türk olmayan nüfusun Türkleştirilmesi sağlanmış olacaktı. Bu süreçte sadece Bismil ve Çınar bölgesinde onlarca Türkmen köyünün oluşturulması rastlantı değildi. Van, Hatay, Gaziantep gibi birçok ilde bu örnekleri görmek mümkündür.'

Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanı kapsamında Türk kültürüne yabancı unsurlar, yoğun Türk nüfus içerisinde eritilerek kültürel olarak varlıkları ortadan kaldırılmış olacaktı. Haymana, Cihanbeyli gibi mıntıkalara göç ettirilen Kürtlerin dışında ülkenin bir çok bölgesine Çerkez, Çeçen ve Lazlar da nakledildi. Van, Hatay gibi yerlerde Laz köyleri oluşturuldu, Kızıltepe’ye Çerkez ve Çeçenler iskan edildi. Bu yöntemle de ülke sathına serpiştirilen bu unsurların tekrar bir araya gelmeleri olanaksız hale getirildi. Böylece bu unsurlar potansiyel tehlike olmaktan çıkarılmış oldu.

Yer, sağlık, ekonomi, kültür, siyaset, askerlik ve inzibati sebeplerle boşaltılması istenilen ve ikamete yasaklanan yerler hükmü ile de şüpheli olabilecek her unsur için bir gerekçe sağlanmış oldu. Ucu açık bir tanımdı. Kimine askeri, inzibati sebepler dendi, kimine ekonomik veya sağlık sebepleri. Böylece ciddi manada nüfus hareketliliği yaşatıldı.

Kanunun çıkmasından bir yıl sonra Mustafa Kemal’in emriyle dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından hazırlanan Kürt Raporu ile de yasanın uygulanması için gerekli stratejiler ve saptamalar yapılmıştır. Örneğin Mardin için risk görülen Hristiyan ve Arapların boşaltılması durumunda Kürtlerin bu boşluğu dolduracağı riskine dikkat çekmek istenmiş ve bunun sonucunda Hristiyan ve Araplara dokunulmadığı anlaşılmaktadır. Siirt şehrindeki Arapların doğuya gönderilmesi tavsiyesini Türklüğe meyilli yönlerinden istifade edilmesi faydasına dayandırmıştır. Iğdır’daki Kürtlerin yerinden oynatılmasına ise ‘ne lüzum ne de imkan olmadığına’ kanaat getirilmiştir. Çünkü bunların Azeri, Terekeme ve diğer halklarca asimilelerinin mümkün olduğu düşünülmüştür. ‘Erzurum'un kalkınmasını az senelerde temin edebilirsek, şimalde hududa karşı ve içeride Kürtlüğe karşı sağlam bir Türk merkezini yeniden kurmuş oluruz.’ tespiti ile Erzurum’a yüklenen rol saptanmıştır.

Adım adım bu rapor tüm boyutlarıyla hayata geçirilmiştir. Yıllar sonra fırsatını bulanların bir kısmı tekrar topraklarına geri dönmeye çalışmıştır. Ancak göç ettirilenlerin büyük kısmı gittikleri yerlerde yaşamaya mecbur kalmışlardır. Her bir göçün ayrı bir öyküsü vardır. En büyük hayaller, umutlar ve rüyalar insanın doğup büyüdüğü yerlerde geçer. Çocukluğu, gençliği, aşkı, anne-babası ile ilgili tüm anılar, o coğrafyada kalır. Geçmişinden koparılan bireyler köklerinden koparılan ağaç misali savrulmaya, devrilmeye ve bir süre sonra yok olmak zorundadır.

Son yıllarda ortaya çıkan toplum mühendisliği kavramının kendisinin aslında yeni bir realite olmadığını görmek mümkündür. Yapılan tam da bir mühendisliktir.