"Pos cihazları yok ve nakit ödeme yapmanızı sizden istiyorlar. Ne yaparsınız?"

İdamın yoğun olarak tartışıldığı 2000 yılının yazıydı. Bir üniversitede almakta olduğumuz hizmet içi eğitimde hocanın açmış olduğu tartışmanın konusu da idam olmuştu. Tartışmada katılımcı grubun yarısı idama karşı düşüncelerini belirtirken diğer yarısı idamın olması gerektiğini savunmak şöyle dursun idamın oluş biçiminin daha beter yöntemlerle olması gerektiğini savunuyordu.

Hoca heyecanlı bir şekilde idamın olması gerektiğini savunan bir katılımcıya dönüp:

“Sen hırsızlık yapar mısın?” diye sordu.

Soru sorulan öğretmen arkadaş:

“Teessüf ederim Hocam. Nasıl hırsızlık yaparım ben?” dedi.

Hoca muzip bir şekilde gülerek gerilen havayı yumuşatıp:

“Ben sende o potansiyeli görüyorum. Sen hırsızlık yaparsın gibi geliyor bana.” dedi.

Arkadaşın tepkilerinin bitmesini beklemeden Hoca tekrar sordu:

“Peki ya gasp yapar mısın?”

“Ne münasebet Hocam. Nasıl gasp yaparım ben?” diye itiraz etti.

Hoca yine aynı muzip gülüşüyle:

“Ben sende gasp yapabilecek emareleri görüyorum.” dedi ve devam etti:

“Sen adam öldürür müsün?”

Bütün sınıf konunun nereye bağlanacağını merakla beklerken arkadaş itirazını sürdürüyordu.

“Allah’ın verdiği canı ben nasıl alırım Hocam?” diye cevapladı.

“Ben sende katil olabilecek potansiyel de görüyorum.” deyip öğretmen arkadaşla sürdürdü konuşmasını.

“Sizinle bir senaryo oluşturalım mı?” dedi.

Öğretmen arkadaşın kabulü ile Hoca sordu:

“Çocuğunuz var mı?”

“İki çocuğum var ellerinizden öperler.”

“Allah bağışlasın. Varsayalım bunlardan biri hastalandı. Kalkıp hastaneye götürdünüz. Ne olduğunu anlamaya kalmadan çocuğu apar topar ameliyathaneye aldılar. Siz ameliyathanenin kapısında tedirgin bir şekilde beklerken içeriden beyaz önlüklü, başında bonesi ile bir hekim kapıyı açıp elinize bir reçete tutuşturarak:

 “On beş dakika içerisinde bu ilaçları getirmezseniz çocuğunuz ölür’ der.

Siz sokağa fırladınız, birinci eczane, ikinci eczane, üçüncü eczane derken ancak dördüncü eczanede ilacı buldunuz. Eczane çalışanı ödemeniz gereken miktarı söyleyince cüzdanınıza baktınız, üzerinizde yeterli paranın çıkışmadığını gördünüz. Ne yaparsınız?”

“Kredi kartım ile ödeme yaparım.”

“Pos cihazları yok ve nakit ödeme yapmanızı sizden istiyorlar. Ne yaparsınız?”

“Nüfus cüzdanımı bırakırım onlara, ilacın parasını sonra götürürüm.”

“Adamlar kabul etmiyor ve sizden nakit para istiyorlar. Bu arada zaman ilerlemeye devam ediyor. Ne yapacaksanız bir an önce yapınız.”

“Bir fırsatını bulduğumda ilacı çalmaya çalışırım.”

“Demek ki size boşuna dememişim ‘Sizde hırsız görüntüsü var.’ diye. Pekala. Adam size ilacı çalma fırsatını vermiyor. Ne yapacaksınız, süremiz gittikçe azalıyor?”

“Zorla almaya çalışırım.”

“Bak gaspçı oldunuz. Size ilacı zorla alma fırsatı da vermiyorlar. Bu durumda ne yapacaksınız?”

Öğretmen arkadaş:

“Ben o adamı öldürür, ilacı alır çocuğuma yetiştiririm.” diye cevapladı.

“Bak katil de oldunuz sonunda.”

Hoca istediği sonucu almıştı ve konuyu toparlamaya çalışıyordu.

“Evet arkadaşlar. Gördüğünüz gibi senaryomuzun sonunda arkadaşımız katil oldu. Tutuklanıp cezaevine konacak, yargılanacak ve hakkında belki de idam cezası istenecek.

Pekiyi suçlu sadece bu arkadaşımız mı?

Reçeteyi hasta yakınının eline tutuşturan sağlık sistemi, eczanede ilacın parasını denkleştirme kaygısını yaşatan sosyal güvenlik sistemi, ülkenin ekonomik durumunun hiç mi etkisi yok? O doktoru, kalfayı eğiten siz eğitim çalışanlarının, din görevlilerinin hiç mi suçu yok da suçlu olarak sadece bu arkadaşımız görülecek? Sadece bu arkadaşımıza ceza kesilecek ve idam edilecek? Hepimiz görevlerimizi zamanında tam olarak yapabiliyor muyuz ki idam gibi telafisi mümkün olmayacak bir hükmü verecek hakkı kendimizde buluyoruz?”

Sınıf sus pus olmuş, tepkiler dinmişti. Hoca konuşmasını sürdürüyordu.

“Uygun koşullar altında kimin neler yapıp neler yapamayacağını önceden kestirmek mümkün değildir. Onun için yargılarımızda çok da katı olmayalım. Her zaman olayın sadece görünen yüzünü değil göremediğiniz boyutlarını da görmeye çalışmalısınız.”

Son zamanlarda hemen hemen her sohbette gidişattan memnun olmayıp yakınan insanları daha çok görür olduk. Neden mi şikâyet ediliyor? Demokrasi, eğitim, sağlık, ekonomi sistemlerindeki olumsuzluklar, yabancılar sorunu, seçimlerden sonra yapılan zamlar, artırılan vergiler, liyakatsiz atamalar iklim değişikliği, orman, kıyı ve çevre talanları, vs.

Şimdi durup kendimize şu soruyu sormak lazım:

“Bizler üzerimize düşen sorumlulukları zamanında yerine getirdik mi? Eleştirdiğimiz bu tablo bizim kendi eserimiz değil mi? Yanlışları göre göre o yanlışların ve tahribatların yapılmasını kabule ortak olduğumuza göre neden şimdi şikâyet ediyoruz?”

Herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi ve kendisini sorgulaması gerek.